“İnsan için, öğretmenin doğa, kitabın insanlık ve okulun yaşam olduğu bir gün gelecek mi?” Halil Cibran (1883 – 1931 / Lübnan asıllı amerikalı Ressam, şair, filozof)
Demiştim ki arkadaşıma… Şimdi bir an için düşün. Tersten düşün. Mesela. Görme duyumuz olmasaydı. İnsanlar. Görmek ile ilgili bir duyunun varlığını bilmeseydi. Acaba nasıl bir dünya kurardık ? Acaba. Geriye kalan. Dört duyu ile evreni nasıl algılardık?.. Evet tam da bu şekilde sormuştum.. Sormuştum ama. Aslında bu bir cevaptı… Bu neyin cevabıydı?
Bu soru. Tabiata uyum içinde yaşayan. Tüm bitkilerin ve diğer canlıların. Bizlerden. Çok daha akıllı olduklarının cevabıydı! Kendisini her şeyi biliyor sanan. Kendisini, bir zamanlar, evrenin merkezine koyan. Kendisini tabiat gerçeklerinin üzerinde tutan. Biz insanların. Küçük bir yaprak kadar akıllı olamadığının. Cevabıydı…
Şimdi. Soruya geri dönüp. Bu cevabı açıklayalım! Bir tek görme duyumuz olmasaydı. İnsanlar dünyası. Nasıl bir yer olurdu?… Şöyle olurdu! Görme duyumuz olmasaydı. Görerek kazandığımız. Hiç bir bilgiye sahip olamazdık. Görme becerisi nedeniyle yapmış olduğumuz. Hiç bir şeyi de yapamazdık. Bir düşünün!..
Ne bileyim mesela. Renk beğenmek diye bir derdimiz olmazdı. Aydınlık karanlık diye. Kavramlarımız olmazdı. Resim olmazdı. Şekil olmazdı herhalde. Güzellik ve çirkinlik olmazdı. Moda olur muydu acaba? Ya da estetik diye. Sanat diye kavramlar. Olur muydu? Olamazdı… Tenis oynayabilir miydik? Film çekebilir miydik? Dikiş dikebilir miydik?…Bu liste uzar gider… Ve o zaman. Bambaşka bir dünyada yaşıyor olurduk…. Ama yaşardık!
Böylesi bir hayatta. Aslında. Bir şey daha olurdu. Çok önemli bir şey! Önemli şey şu. Biz insanlar. Tüm bunların. Görmediğimiz için bilemediğimiz. Tüm bunların. Eksikliğini farkedemezdik. Görmek diye bir duyunun farkına varamaz. Böyle bir duyuyu düşünemezdik bile… Dört duyu ile bir hayat kurar. Bunu normal sayar. Ve yaşar giderdik…
Ama aslında. Bu günkü durumumuz da. Hiç farklı değil. Bu gün beş duyumuz var ama. Aynı durumdayız!..
Demem şu ki. Bu dünyayı. Bu evreni kavrayabilmek için. Bir altıncı. Bir yedinci sekizinci… . Duyu daha olmalı belki. Ve vardır hiç kuşkusuz! Ama biz onları. Onların ne olduklarını bile bilemiyoruz. Ve onların bize kazandırabileceği. Bilgilerden ve becerilerden yoksun kalıyoruz … Bence. Sokrates’ in söylediği tam da buydu. “ Bildiğim tek şey. Hiç bir şey bilmediğimdir!”..
Bu düşünce. Aklıma ilk önce. Yıllar yıllar öncesinde. Bir kedi sayesinde düşmüştü. Ve dünyaya bakışım. Dünya halim. Giderek bu düşünce üzerinde şekillenmeye başladı… Yatılı lise yıllarımda. Onbirinci sınıfta. Sadece bu sınıftakilerin kullanabileceği. Özel bir çalışma kütüphanesi vardı. Ayrı ayrı çalışma masaları. Masalarda lambalar. Duvarda. Tavana kadar yükselen kitaplıklar. Klasik perdeler. Ve raflarda. Çeşit çeşit kitaplar. O salondan hafızamda kalan. Dikkatimi çeken bir şey. Bir rafın. Baştan başa. Varlık yayınlarının. O küçük cep kitapları ile dolu olduğudur. Ben her nedense. Eski Yunan kır edebiyatı ile ilgili kitaplara çok ilgi duyardım.. O mekan bilgi kokardı… Bunu ben. Beynimin ve yüreğimin içinde. Derinliklerinde hissederdim… O kapıdan her girdiğimde. Büyük bir huzur. Büyük bir mutluluk duyardım….
Bir akşam. O kitaplıkta çalışırken. Belki matematik. Belki de felsefe sarhoşu olduğum bir anda. İnce bir ses. Beni düşüncelerimden uyandırdı. Kitaplığın. Aralık kalmış olan o büyük kapısından. Kitaplığın içine bir kedi. Süzülerek. Tedirgin adımlarla girdi. Oralara kadar. Nasıl geldiğini bilemem. Ama. Muhtemelen yiyecek bir şeyler arıyor olmalıydı..Tabii ki yanlış bir yerdeydi. Ama . Düşmüştü bir kere! Sağa baktı… Sola baktı… Hafif hafif yürüdü. Sonra durdu. Tekrar sağa sola bakındı… Her köşe. Tavanlara kadar kitaplarla dolu. Düşünebilseydi eğer. Belki de düşünebilmiştir.. “Ben nereye düştüm?” “Burası da neresi?””Ne işim var burada?”… gibi bir dizi soru. Aklına takılmış olurdu… Bilgi dolu kitaplar arasında. Bir kedi! Kendisine yabancı. Anlayamayacağı. Onun için. “Saçma” diyebileceği bir ortamın içindeydi… Sanki. Tıpkı. Bir aralıktan. Dünyanın içine düşüveren insan gibi… Bir kedi. Bir kitaplıkta ne ise. İnsan da. Şu koskoca evrende odur. Diye. Düşünceler akmıştı aklımdan.. Bir kedi. Şu kitapları ne kadar anlıyorsa. İnsan da. Evreni o kadar anlıyordur. Diye geçmişti aklımdan…
O sıralarda. Felsefe dersimizde. İncelemekte olduğumuz. Albert Camus’ nün. “Yabancı” ve “Veba” gibi eserleri. Ve onun. “Saçma/Absürd” olarak adlandırılan felsefesi ve dünya görüşü de. Ben de. Bu düşünceleri yaratmıştır muhtemelen…Ama o akşam. İki fikir tohumu. Zihnimin. düşünce tarlasına ekildi. Ve hayatım içinde. Bu tohumlar giderek yeşerdi. Gelişti. Büyüdü. Ve beni ben yaptı…
“Bildiğim tek şey. Hiç bir şey bilmediğimdir”. Sokrates’ e inanıyorum!.Bu bakış insanı. Kibirden uzak tutuyor. Hoşgörüye yakınlaştırıyor! ….. “Evren, insan için saçmadır, rasgeledir, uyumsuzdur, akla aykırıdır”. Camus’ ye inanıyorum! Bu bakış insanı. Kötü duygulardan uzak tutuyor. İyi olmaya itiyor!
…. Ve işte o zaman. Bir gün. Olur da yolunuza. Kibirli ve kötü biri çıkarsa… Olur da bir şekilde. Başınıza. Bir zalim dikilirse. Ona. Ne hiddetleniyor. Ne de kızıyorsunuz. Sadece ve sadece. Ona acıyorsunuz!
Bunları bana.
Bir kedi öğretti!
Devamı gelecek >>
Önceki yazı : Yaprak 4 – Baş Yaprak!
İzleyen yazı: Yaprak 6 –