Saymayı uzun süre önce bıraktım. Günleri. Haftaları. Ayları. Yılları. Hiç birini saymıyorum. Aslında. Hesabı kitabı bilirim. Sayılar ise. Beni büyüler. Aritmetik. Cebir. Hele ki geometri. Çok severim. Matematik. Onsuz olmam. Tabiatın dilidir o!.. Ama. Saymayı bıraktım. Çok öncesinden. Özellikle de zamanı saymayı… Takvim dediğimiz. Bence. Hırs dolu insanın. Zamana da hükmedebilmek için yaptığı bir kurguydu. Ama. Sonrasında. İnsanı hakimiyeti altına alan bir hapishane oldu…. Düşündüm de. Neden takvimin esiri olayım ki!
Okumaya devam ediniz>>
Fakat yine de. Her yıl dönümünde. Birşeyi. Kendime hatırlatmadan edemem. Yılları saymasam da. Yılbaşlarını farketmemek mümkün değil! Benim de. Nerede olursam olayım. Her yılın ilk gecesinde. Kendimle bir randevum vardır. Sadece on onbeş dakikalığına. Kendimle başbaşa kalırım. Gözümü karanlıkların derinliğine dikerim. Yıldızlar varsa onlara. Kar yağıyorsa kar taneciklerine. Rüzgar varsa. Salınan dallara. Titreyen yapraklara bakar. Aynı düşünceleri zihnimde dolaştırırım.. Her yıl..
Düşünürüm ki! Ve kendime yeniden ve yeniden hatırlatırım ki! .. “Bu dünyada her şey boşuna.“
Bunu kimse itiraf etmiyor. Belki çoğu kimse. Bu açık gerçeğin. Farkında bile değil. Kimbilir. Belki de herkes. Kovuyordur aklından bu düşünceleri. Bilemiyorum. Ama. Hal ne olursa olsun! Hiç farketmiyor…Her şey aslında boşuna. Gerçeğe gelince. O kadar basit. O kadar açık ki! Mevlana söylemiş. Sekizyüz yılbaşı öncesinde: “Misafirsin bu hanede ey gönül”… Özeti bu. Misafirsin!
Gerçek şu. Bu haneye. Geliyorsun ve gidiyorsun. Yani kalmıyorsun. Dünyadan geçiyorsun.… Hani bir otobüse biner de. Sonrasında bir durakta inersin ya! Hani. Süslenir püslenir de. Bir baloya. Bir misafirliğe gider de. Sonrasında. Vakti gelince. Oradan ayrılırsın ya. Ya da ne bileyim! Mesela bir çocuksun da. Lunaparka gidersin. Gezer tozar eğlenirsin. Sonra yavaştan yavaştan. Kalabalık seyrelir. Etrafın giderek boşalır. Ayrılmak istemesen de. Yanıp sönen ışıklar. Sana ayrılma zamanını hatırlatır. Ve kapıya yönelir. Çıkarsın. İşte tam da bunun gibi bir şey. Halin bu. Ne fazlası ne de eksiği. Dünya üzerindeki halin bu! Şans mıdır. Yoksa şanssızlık mıdır bilemem. Sofokles idi sanırım. Dünyaya hiç gelmemiş olmayı şans kabul eden. Bunu bir yana bırakırsak şimdilik… En korkunç olan ise. Nedir biliyor musun?
En korkunç olan. Bu dünyadaki yerini bilmemek. Yani. Eğer ki. Bir kırıntı düşünebiliyorsan. En korkunç olan şey. Neden geldiğini bilememek! Sorsana bi kendine. Ben neden buradayım diye? İstersen şöyle de sorabilirsin. Başkaları değil de. Neden ben buradayım?.. Var mı bir cevabın! Yok tabii! Ama sakın üzüleyim deme! Kimin. Böyle bir cevabı var ki?
Cevap yok! Ama bir teselli var. O da. Tabiattaki her şey için. Toplumdaki herkes için. Durumun aynı olması. Bakma sen. Onüç asırdır hikaye anlatanlara. Bakma. Cennette arazi pazarlayan bezirganlara. Cennetten arazi kapatan saf fırsatçılara. Tabiatın en temel kuralı hiç şaşmıyor. Hikaye çok ama. Geldiği yeri anlatabilen yok. Gidip de gelen yok. Kimse bilmiyor. Nereden gelinip. Nereye gidildiğini. “Bir varsın. Bir yoksun”… Tabiatın seni kayıracağını da sanma. Tabiat rüşvet de almaz. Yani. Kim olduğun da farketmiyor. Kim olursan ol. Şahsını kim sanarsan san. Ne yaparsan yap. Herkes için aynı bu. Geliyorsun ve gidiyorsun…. Belki de bu boşluğu anladığı. Ve yaşadığı için. Tam da hayatı terketmeden önce. Demiş ki Van Gogh. “Hüzün hiç bitmeyecek”
Bitmeyecek mi?
Devamı gelecek >>
İzleyen yazı : Yeni yıl 2 – Hiçlik