Size Maria ile Marquez’ in masalını anlatmayı tercih ederdim… Napolyon ile Josephine’in. Kahlo ile Rivera’nın aşklarını anlatmak isterdim sizlere… Belki de. John Lennon ile Yoko Ono’ nunkini… Ama yok işte! Olamıyor! Bizler. Birilerinin. Ballandıra ballandıra anlatıp durduğu gibi.. Alice’in harikalar diyarında değiliz!.. Bu. Hasan ile Vakur’un bir hikayesi olacak.. Bizden. Bu topraklardan bir öykü… “Yok artık!” diyerek hayretlere düşülmesi gereken. Ama. Öte yandan. Hiç de hayrete düşülmeyen bir öykü… Bu, Hasan amca ile genç Vakur’ un öyküsü. “Hasta” ile “Vaka” nın!
okumaya devam ediniz >>
Hasan amca uyandı. Yataktan isteksizce kalktı. Halsiz hissetti kendini. Biraz yorgun gibiydi. Banyoya gidip. Yüzünü yıkadı. Bir süre aynada kendisine baktı. Süzdü. Elleriyle yüzünü ovuşturdu. Başparmaklarıyla. Şakaklarını bastırdı. Oyuyormuş gibi. Ovaladı. Ovaladı. Bir süre öyle kaldı. Bilimsel açıdan bakınca. Tüm bunlar. Kan dolaşımını arttırmaktan başka bir şey değil…. Ama bu sefer. Pek işe yaramadı galiba. Baş ağrısı. Derinden derinden. Devam ediyordu. Apartopar. Evden çıkıp.. Dalgın bir şekilde. Arabasına yürürken..” Hay Allah! Yine unuttum” diyerek kendi kendisine kızdı… Durup. Geriye, evine yöneldi.
Şehrin öte yanında. Genç Vakur da. Aynı saatlerde. Gözlerini açtı. Kalktı. Perdeleri sıyırdı. Pencereyi araladı. Temiz hava girebilsin diye. Kısa bir. Sabah hareketleri sonrası. Sabah banyosunu da alıp. Günün alışkanlarını sürdürdü.. Gazete. Kahvaltı. Giyinme… Ve evden çıkış. Dükkanı evine yakındı. Bir kırtasiyeci. Evden yürüyerek. Yarım saatte gidilen. Küçük bir kırtasiye dükkanı… Babasından miras. Babasına da. Onun babasından. Yani dedesinden. ..Küçük bir dükkan. Üç kuşağa bakmış. Büyütmüş. Yetiştirmiş. Olacak iş mi?… Dükkana vardı. Kepengi kaldırdı. “Gelen giden yok ama…” diye düşündü. “Akmasa da damlar!”.. Ama. Aslında. Damlamıyordu bile….
Başını göğe, yukarıya kaldırıp. Bir şeyler mırıldandı… Neleri sayıkladı bilemem. Neler düşünüp de. Neleri sıraladı. Neler çıktı dudaklarından.. Bilemem. Rabbine şükür mü etti. Yoksa kaderine küfür mü etti. Bilemem. Hangisi? William Shakespeare der ki: “Aslında hiç bir şey iyi ya da kötü değildir.Herşey bizim onlar hakkında düşündüğümüze bağlıdır“. Ne düşündü acaba Vakur? Nasıl düşündü! Ama. Düşünülenlerin arkasında. Ve ötesinde. Bir de. Gerçekler yok mu? Yaşananlar. Başımıza gelenler. Başımızdan geçenler. Yok mu? Birileri çıkıp da. Kötüyü. İyi diye göstermek için. Dil döküp duruyor diye. Yok mu sayacağız onları! Olmadı mı diyeceğiz olanlara!…. Göz göre göre. İnkar mı edeceğiz aklımızı? Utandıracakmıyız Kant’ ı. “Aklını kullanmaya cüret et” diyen Avusturyalı düşünürü…
Vakur da. Düşünen biriydi. Aklını kullanmaya cesaret eden biri. Ve o. Düşünüyordu ki. Aslında. Yukarıda bir musluk var. Koca bir. Hazne mi desem! Hazine mi desem! Onun musluğu. Ama. Vakur yaşadıklarıyla. Görüyordu ki. Yukarıdaki musluk. Kupkuru. Sadece bir hırıltı. Arada bir gürüldeme.. filan. Hani sanki su gelecekmiş. Geliyormuş hissini uyandıran. Heveslendirip. Umutlandırıp. Musluğa koşturan . Bir hırıltı. Ama. Damla bile erişmiyor. Musluğun ucuna. Sesten başka bir şey gelmiyor. Sadece bir gürültü. Bir algı gürültüsü. Laf gümbürdüsü. Suyla doldurulamayan boruları. Lafla doldurmak. Ama sonra tabii ki. Sözcükler damla olup da. Musluktan akmayınca. Sonra. Yine. Tısss…. Yani söz var. Ses var. Su yok! Yukarılarda. Gürültü. Aşağılarda Tıssss….
Tam da. Su seslerine kulak kabartıp. Su sesi hayalleri kuruyorken. Vakur. Patlak bir egzos sesi. Ve sert bir fren sesi. İle. Ne diyelim! Ayıldı diyelim.. Vakur ayıldı ve. Hasan amca’nın geldiğini anladı. Babasının kadim dostu. İş komşusu…
Saatine baktı. “Gecikmiş!” diye düşündü…
”Hiç gecikmezdi!”…
Devamı gelecek ->
İzleyen yazı : Hasan ile Vakur 2 – Sehpa