Vakur. Patlak egzos sesi. Ve sert bir fren duyunca. Hasan amca’nın geldiğini anladı. Babasının kadim dostu…. Hergün olduğu gibi. Onu karşılamak için. Kapıya çıktı. “N’oldu Hasan amca! Bugün biraz geç kaldın” dedi. Hasan amca genç Vakur’un. İşteki komşusuydu. Bitişikteki züccaciye dükkanı Hasan amcanındı. Ama. Adı “Züccaciye” olsa da. “Ne ararsan bulunur” türünden bir dükkan. İğneden ipliğe kadar denir ya. İşte öyle bir dükkan…. Sadece züccaciye değil. Biraz mefruşat. Biraz tuhafiye. Biraz da manifatura. Hatta hırdavat… Öyle bir dükkan. Hatırladınız mı bunları?
>> Okumaya devam ediniz
Hatırlamazsınız tabii. Tüm bu kavramlar. Eskide kaldı. Mahalle yadigarı sözcükler. İnsanlarla bütünleşmiş sözcükler. Züccaciyeci Hasan. Tuhafiyeci Tevfik. Hırdavatçı Azmi..Babadan oğula devrolan dükkanlar. Anadan kıza geçen müşterilikler. Ama hepsinden önce. Komşuluklar. Öyle bir mahalle işte.
Hasan. Hırıltılı bir ses ile: “N’olacak evlat! Şu maske denilen meret var ya. Onu unuttum. Geri döndüm.” diye cevap verdi. “Zaten zoru zoruna alabilmiştik. Bir de para ödemiştik… Her neyse!” Derin bir nefes aldı. Tek tük tel saçları dağılmış. Alnı ter içindeydi… “Sonra da. Ara ki bulasın! Evin içinde dört döndüm. Bir türlü bulamadım.“ Eczaneye uğrayıp bi tane aldım. O da sırayla. Uzun bir kuyruk. Sonunda da. Geciktim işte.” .. Koluyla. Kırışmış alnındaki terleri sildi. Dükkanın önündeki tabureye. Çöker gibi oturdu…” Geciksek ne olur? Erken gelsek ne olur! Alışkanlık işte! Belki vitrine bakan biri olur. Belki içeri girer de. Bir şeyler sorar… Ayıp olmasın!”..
Ayıp olmasın! Söylediği bu. Söylediği. “Bir kaç kuruş kazanalım!” değil. Söylediği “Ayıp olmasın!” Hasan’ın söylediği bu. Halbuki. O bir kaç kuruşa . O kadar çok ihtiyacı var ki Hasanın. Çoluğa çocuğa. Toruna torbaya. Yani evine. O güzelim geniş ailesine. Ekmek götürebilmek için…
Hasan amca. Her sabah yaptığı gibi. Cebinden. Kağıda sarılı. Bir kaç ekmek kırıntısı çıkardı. Küçük çinko bir kasenin içine koydu. Az su ile ezip. Dükkanın kenarındaki saksının . Yanına iliştirdi. Güvercinler için.. Ekmek! O bir kutsal. Hasan amca için. Küçük bir kırıntısı bile. Yere düşse. Hasana böyle öğretildi. Eğilir. Alır. Başına götürüp öper. Asla ezmez. Asla atmaz. Asla asmaz. O böyle gördü. Ekmek. Bir kutsal. Cahit Sıtkı Tarancının anlattığı gibi: “…Bugün cuma büyükannemi hatırlıyorum, dolayısıyla çocukluğumu. (Keşke) Uzun olaydı o günler! Yere düşen ekmek parçasını öpüp başıma götürdüğüm günler…” Ekmek kutsal.. Onu sadaka yapmaz Hasan. Ona sehpa kurmaz! Çünkü “ekmek emektir”! Bir somun ekmek. En somut emektir! Elma armut gibi toplanmaz o.
Cebinde kalan son kırıntıları. Kasenin içine dökerken.. “Bak evlat. Ekmek deyip de geçme!”… “.. Ekmek çok şeydir. Ekmekçilik ; İnsanların. Hububatı taşlar arasında kırıp ufaladığı. Sonra da bunlara su katıp elde ettiği hamuru. Yassı bir kaya üzerine yayarak ateşte pişirdiği. Günlere kadar uzanır…” Vakur’un yüzüne baktı. Dalgın gözlerle. Ve sordu: “ Buradaki emeği görebiliyormusun? Göremezsin tabii. Bu emek var ya! 14 bin yıl öncesine tarihlenir bu emek. Bu ne demektir bilir misin? Bilemezsin tabii! Ekmek. İnsanlığı emek ile tanıştıran. Ekmek. İnsanın, doğa ile işbirliği yaptığı. İlk ürünüdür. Ona saygı duy! O heryere koyulmaz. Ona “mal” muamelesi yapılmaz! Onunla gösteriş yapılmaz! Ekmek kutsaldır. Çünkü o ekmek. İlk emektir. Önce o vardı. Daha para bile yok iken. Para denilen. O emeksiz metal parçasından. O buruşuk kağıttan. Yedi bin yıl önce. O vardı. Ekmek vardı! “
Hasan amca’ nın yüz kızarmıştı. Gözleri büyümüş. Sözcükleri köpürmüştü. Belli ki. Dışa vurup. Açık açık haykıramasa da. İçinden içinden. Bir şeylere kızmıştı… Sonra. Cebinde taşıdığı şişeden. Biraz su içti. Kızgınlığını farkedip. Sakinleşmek istediğinde. Hep böyle yapardı… Duruldu. Tane tane konuşmaya başladı.
“ Bilir misin evlat! Mısırlılarda. Piramitleri inşa edenlere. Emekleri karşılığında ekmek verilirmiş. Ve kişinin maddi durumu. Kaç somunu bulunduğuna göre ölçülürmüş…. Yani emeğin karşılığı. Para değil ekmek. Biriktirilen şey. O da para değil. Emek!.. Neredeeeen. Nereye! .. Şu Bukowski ne doğru söylemiş : “Paraya ekmek diyen ilk kişiye maaşı un olarak ödensin”… Durdu. Hafifçe başını kaldırdı. Soluk gözlerle. Uzaklara baktı.. Dudaklarından. Sessiz sözcükler döküldü: “Peki …, ya gün…. gelir…., birisi de … çıkıp ,…..! O zaman ne yapılsın?
Vakur öyle baktı..Anlayamadı!
>> devamı gelecek
Önceki yazı: H&V 1 – Tısss
Gelecek yazı : H&V 3 –