Armut

Armut nereden aklıma düştü. Ağaçtan değil!

Şöyle oldu. Mazbatasız belediye başkan adayının söyledikleri çalındı kulağıma. Kulusal bir…pardon ulusal diyecektim.. Uluşak bir…Bak yine dilim sürçtü. Bilinçaltı işte! Bazan dışarı taşıyor… Şöyle diyecektim. Ulusal bir devlet kurumundan söz ederken.. Halk yuhalamaya başlamıştı ki…”susun. Yuhalamayın. Katıla katıla gülün! Kahkaha atın!” dedi.  Halk ne anladı bilemem. Ama ben bir metot gördüm. Bu yaklaşımda.

Okumaya devam ediniz >>

Nasıl bir yaklaşım derseniz. Ben şöyle gördüm. Birincisi. Dışa kötülük yaymamak. Çünkü kötülük kötülüğü çağırır….. İkincisi. Daha da önemlisi. İç dünyasını karartmamak. Çürütmemek. Başkalarının kötülüklerine dalıp da. Kendi düşünceleriyle. Kendisini içten içe oymamak. Peki! Ne yapmak? Kötü duyguları kahkaha ile perdelemek. Gülerek söndürmek. Kötülüğü silahsız. Çaresiz bırakmak… Benim aklıma armutu getiren de bu oldu… Nereden derseniz. Eski bir hikayesi var. Anlatayım.

Bilirsiniz. İçinde yaşadığımız toplum. Hep dinamik. Enerjik. Bir o kadar da gergin. Endişeli. Yani. Heyecan verici ortamlarda yaşıyoruz belki. Ama kolay bir ortamda değil. Zor. Özellikle de yetmişli yıllardan sonra… Önceleri. İlk gençlik yıllarımda. Bu zorluğun farkında değildim. Giderek. Yaşadıkça. Geniş topluma açıldıkça. İletişim teknolojileri ile yakınlaştıkça. Bunun farkına vardım. Sonra hissettim zorluğu. Duyarlılığım arttı. Hissettikçe de. “Ne oluyorsa olsun! Bana ne!” diyemedim. Üzüldüm. Baktım ki. Üzüntü içime akıyor. İçimde birikiyor. Başetmeye çalıştım… Küçük olaylarda. Basit konularda. Onlarla başedebildim. Bir şekilde… Çaresi olanları. Çözümü, elimde olanları. Onları üzerimden akıtabildim. Bir yolla. Sessiz. İyilikçi çareler bulabildim. Ama. Beni aşan sorunlara gelince. Gücümü aşan. Kapasitemi aşan. Yani çözümü benim elimde olmayan konulara gelince. Etkileyemeyeceğim ve değiştiremeyeceğim. Ve de beni. En hafifinden rahatsız eden. Konular karşısında. Olaylar ve insanlar karşısında. Görmeyi özlemediğim yüzler. Duymayı istemediğim sesler karşısında. Ne yapacaktım?

İşte armut böyle doğdu.

Ortaokul yıllarında. Bir dergiyi karıştırırken görmüştüm. Bir Fransız dergisinde. Fransa tarihinde en uzun tahtta kalmış olan. Dile kolay, tam 72 yıl. Ondördüncü Louis ile ilgili bir yazıda. Dergi sayfasının altında. Hala hatırlarım. Soldan sağa bir dizi resim sıralanmıştı. Bu monarşist imparatorun resimleri… En solda normal haliyle çizilmiş bir portresi. Donuk. Soğuk. Sertçe. Sayfanın sağına doğru ilerledikçe. Her karede. Çizgileri değişen yüz ifadesi. Sonunda. Yan yana dizili. Giderek yumuşayan yüz çizgileriyle. Altı yedi kare sonrasında. En sağda. Yine bir Louis. Ama bu kez. Tam bir armut biçimi. Armut şeklinde bir kafa. Komik mi komik. Çok gülmüştüm. Fransız hocalarımız da gülmüştü. Aslında kızdıkları. Hiç de hayırla anmadıkları birinin bu “Armut hali” ne gülmüşlerdi. Kahkahalarla….. Kendisini. Tanrının temsilcisi olarak sunan. Bir otoritenin. Bir mizah unsuru haline dönüştürüldüğünü görünce. Eğlenmişlerdi onunla…

Sıkıntılarla tanışıp. Onlardan sıyrılmanın yollarını aradığım yıllarda. Yine. İç dünyamı. Anlık üzüntülerden arındırmak istediğim. O günlerden birinde. Bu resmi hatırladım. Ve bu olayı… Sevilmeyen ve korkulan birine. Kahkahayla gülünebildiğini. Mizahlaştırıldığını hatırladım…

Yine o sıralarda. Charlie Chaplin’in bir filmi gelmişti gözümün önüne. Nazi Almanyası ve Hitler ile dalga geçtiği o film. Ve o filmden aklımda kalan mesaj. “Huzursuzluk Gerginlik ortamlarına karşı durmanın en iyi yolu. Bu olaylara. Bunları yaratan suratlara. Gülmektir. Onları yok saymaktır.

Bu duygularla. Sonunda. “Armutlaştırma” sürecim başladı. Kolay oldu diyemem. Ama, o gün bu gündür. İç dünyamı karartacak olaylarla karşılaştığımda. Her seferinde. Eğer ki gücümü aşıyorsa. Kötülüklerin sebebi olan kişileri. Haksızlık yapanları. Nefes alır gibi yalan üretenleri. Korku salanları. Armutlaştırırım zihnimde. Ve o armutlaşmış halleri görünce de. İçin için gülerim. Bazan da dışın dışın. Kötülüğü. Kötülüğe tepkiyi. Öfkeyi. Zihni işgal etmeye değmeyen kötüleri ve kötülükleri. Daha doğmadan. Uzaklaştırırım içimden… Bu artık doğal bir refleks oldu. Düşünmüyorum bile. Özel bir çaba göstermeme gerek kalmıyor. Kendiliğinden oluveriyor. Gülmenin. Kahkahanın böyle bir gücü var.

Ama öte yandan. Hayat devam ediyor. İlişkiler de öyle. Herkesle. Rastlaşmalar oluyor. Konuşmalar oluyor. Dinleşmeler oluyor. Sonunda, topluluklar içinde yaşıyoruz. Zaman geliyor. Kötüden kaçamıyoruz. Her köşe başında karşımıza çıkıveriyor. Odamıza kadar girenler oluyor. Yüzüyle sesiyle… Zaman geliyor. İyiye ulaşamıyoruz. Özlüyoruz. Boşluğu kucaklıyoruz…

Armutlar çoğalıyor. Ama allahtan. Herşeyin bir sonu var. Bir armut. İki armut derken. O armut. Her armut. Giderek. Sararıyor. Buruşuyor. Pörsüyor. Küçülüyor. Ve bir an geliyor. Ne göreyim! Dalda armut yok! Düşmüş. Toprağa karışmış… Yok oluyor gözümden. O olay. O kişi. Siliniyor zihnimden.

Var ama yok!” oluyor.

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s