Düşünceleri izlerim. İnsanları değil. Ama. Son seçimde. Yıllar sonra ilk kez. Birisini izledim. Bir insanı. Ve izledikçe. Adım adım. Bir de ne göreyim! Zihnimde. İçi boş sandığım. Kulaktan dolma. Hergün söz edilen. Ama içleri boş boş duran. Bazı kavramların içleri hafiften dolmaya başlamaz mı? Bunu farkedince de. Hasret kaldık ya! Aman o kavramlar kaçmasın. O anlamlar. Uçmasın diye de. Onları yakalayıp. Uçlarından tutup. Birbirlerine bağladım. Sonra. Bir de baktım ki…
Okumaya devam ediniz>>
Üçgenler oluşmuş. Aynı anlama gelen kavramlar. Aynı anlam etrafında birleşmişler. Köşelere yerleşmişler. Üç farklı köşeyi tutup. Üçgenler oluşturmuşlar. Kavramlarla oluşan üçgenler.
Anlatayım.
İlk üçgen. “Olmak” ile ilgili. “Olmak” anlamında birleşiyor köşedeki kavramlar.
Üçgenin üst köşesinde. “Kendisi olmak” var. Ne demek bu? Gösteriş yapmamak. Rol yapmamak. Sahici olmak. Taklit etmemek. Birilerine. Bir şeylere benzemeye çalışıp da. Kendi kendisinin karikatürü olmamak. “Vücut dili” filan deyip de. Hoş görünmek için. Yaldızlanmış davranışlarla. Öğrenilmiş hareketlerle . Şekilden şekile girmemek. “Bak burası önemli!” Kendi kendisini. Kendi elleriyle yok etmemek. Yani Emerson’ un deyişini unutmamak. “Taklit intihardır”. Her şey buradan başlıyor. Kendini tanımak. Kendini keşfetmek. Kendisi gibi davranmak. Socrates’in asırlar önce söylediğini hayata geçirmek: “Kendini bil”.
Üçgenin diğer bir köşesinde. “Olumlu olmak” var. Yıkıcı değil yapıcı olmak. Eleştirmek için. Ya da övgüler düzmek için değil. Öncelikle. Anlamak için bakmak.. Engelleri değil. Çözümleri aramak. Diğerlerinin açıklarını gözleyip de. Bunların üzerinden. Kişisel fayda devşirme fırsatçılığına düşmemek. Başarılarını, diğerlerinin olumsuzlukları üzerinde kurmamak. Yani kısacası. İyiyi güzeli düşünmek. İyiyi güzeli görmek. İyi olmak. İyi niyetli olmak. İyilikle. İyilik için yaklaşmak. Kötülüğü bile iyilikle karşılayabilmek. Hz. Ali’ nin dediği gibi: “İnsanların en kötüsü, iyiliği kötülükle karşılayan ve insanların en iyisi, kötülüğe karşı iyilik yapandır”.
İlk üçgenin son köşesinde ise. “Açık olmak” var. İçi dışı bir olmak. Ne ise o olmak. Göründüğü gibi olmak. Olduğu gibi görünmek. Düşündüğünü söylemek. Söylediğini yapmak. Sözleri eveleyip gevelememek. Açık bir dille konuşmak. Diplomasi diye. Politika diye. Üstü kapalı konuşup da. Sonra da. Marifet yapmış gibi derin derin. Ama aslında alık alık bakmamak. Sadece. Duymak istediklerini dinlemek değil. Sadece. Duyulmak istenenleri söylemek değil. Gerçekleri konuşmak. Süslü sözcüklerle. Ve de. Kimsenin ne anlama geldiğini kavrayamadığı. Güzel kelimelerle. Kendisine bir siper kazıp da. Arkasına saklanmamak. Siperin önüne çıkıp. “Bu budur! Ben de buyum!” diyebilmek.
Üç özellik. Sahici olmak. Olumlu olmak. Açık olmak. Üçü birden aynı yerde. Aynı kişide. Bu zor bulunur bir beraberliktir. “Olmak”. Bu da zor bir süreçtir. Kendini inşa etmekle ilgilidir. Kendisine emek vermekle ilgilidir. Yani. Kendi üzerinizde çalışmıyorsanız eğer. Olamazsınız. Kendi üzerinde çalışana da. Kolay kolay rastlayamazsınız. Üstelik bu “olmak” çabasının sonu da yoktur… Böylesi bir dünyada. Hep sınanırsınız. Evet belki bugün masumsunuz. İyisiniz. Temizsiniz. Ama unutmayalım ki. Hayatın yeni sürprizleri. Daha önce rastlaşmadığımız olaylar. Bizleri bekliyor. Sınamak için. Sanırım, İslam alimi Sadi Şiraz’ın deyişidir: “Kimse sınanmadığı günahın masumu değildir. “
Eğer ki bir iyilik ikliminde iseniz. Bu üçgeni yaşatmak pek de zor değil. Ama. Eğer ki bir kötülük ikliminde iseniz. Yalan fırtınaları esiyorsa eğer. Baskı, korku bulutları dolanıp duruyorsa havada. Ne yapacaksınız? Nasıl var edeceksiniz bu güzelim meziyetleri? İlerlemek için. Yetecek mi bunlara sahip olmak?…
Tabii ki yetmeyecek. İşte burada ikinci üçgen çıkıyor karşımıza.
Devamı gelecek>>
İzleyen yazı: İmam’ın Hutbesi 2 – Alın Teri