Misafir 2 – Çöl Çalıları

Sonuç olarak. Dünyanın misafirleriyiz. Gelip gidiyoruz. Kendimizi fazla büyütmeyelim. Herkes öyle. Balıklar da. Kediler de. Kuşlar da. Doğadaki tüm canlılar. Hatta cansızlar bile. Masalda söylendiği gibi. Bir varmış. Bir yokmuş. Ömür nedir ki? Hepsi hepsi. Göz açıp kapama süresi… İnsanın tüm hayatı içindeki. Bir akşam misafirliği kadar… Sakın şaşırmayın. Hesaplayın. Görürsünüz. İlk insan türleri. “Homo türü”. 2 milyon yıldır, yerküre üzerinde. Bir insanın ömrü ise. Fazla fazla 30.000 gün. Sayılı…

Devamını okuyunuz >>

Soru da burada. Bu 30.000 gün. Nasıl yaşanmalı? Benim bir fikrim var. Öncelikle. Kendimizi bir şeylere bağlı hissetmeliyiz diyorum. Bir şeylerle hayata bağlanmalıyız. Öyle değil mi? Mesela birileri. Konuşabileceğimiz birileri. Duygularımızı paylaşacağımız. Düşüncelerimizi dillendireceğimiz birileri. Güveneceğimiz. Dayanacağımız. Seveceğimiz. Sarılacağımız. Birileri olmalı. Öyle değil mi? Ya da. Bazı yerler mesela. Üzerinde koşacağımız. Ağaçlarına tırmanabileceğimiz. Oyunlar oynayacağımız. Günü gelince. Ekip biçeceğimiz. Günü gelince de. Sığınabileceğimiz. Bir yerler. Bir toprak olmalı… Belki de. Gözlerimizi dikip. Kendimizi adayabileceğimiz. Peşinden gidebileceğimiz. İdeallerimiz. Tutkularımız. Düşüncelerimiz olmalı. Öyle değil mi? Evet! Hayatın vazgeçilmezi bu! Kendimizi bir şeylere ait hissetmek. Bir yere, Bir düşünceye. Bir kuruma… Her ne ise.

Bir düşünün hele! Hayatla bir bağ. Kuramasaydık eğer. Ne yapardık? Konacak yeri olmayan. Bir kuş gibi. Döner durur. Kendimizi oradan oraya atardık. Belki. Evet belki. Gün gelir. Bir kartal bile olabilirdik. Belki de bir şahin. Bize kartal derlerdi. Bize şahin derlerdi. Biz de kendimizi kartal sanırdık. Ama. Ne değişirdi ki? Eğer bir yerlere konamıyorsak. Önünde sonunda. Yorulur. Kaybolurduk. Olsa olsa. Uça uça tükenen bir kartal olurduk. Yani. Aslında… Yok olurduk.

Bir de tersten bakalım. Kendini. Bir şeylere ait hissetmemek. Bu nasıl birşeydir dersek.. Bugün yaşananlara bakalım derim. Bugünler o günlerdir derim. Herşeye değer biçmek. Ama. Hiçbirşeye değer vermemektir derim. Hep “görülmek“. Ama, hiç olmamaktır derim. Kendini tüketmektir derim… Bir yerlere ait olmamak. Bir çalı olmaktır derim. Baksanıza. Bugün. Her taraf çalılarla dolu değil mi? Çalılar. Dikenli çalılar uçuşup durmuyor mu? Köklü çınarların arasında. Onurlu. Gururlu. Vakur çınarlar. Kökleri bu toprakların altında. Dalları dünyalara uzanmış. Ulu çınarlar arasında… Kendini. Göstererek var etmeye çabalayan. Kuru çalılar. Dipsiz. Köksüz. Bağsız. Bir çöl rüzgarının. İtelemeleriyle. Oradan oraya savrulan çalılar. Tohum dökmeyen. Kök salmayan. “Heryerde herşey olmaya çalışan. Ama. Hiçbiryerde hiçbir şey olamayan“. Yarına hiç bir şey bırakmayan. Bugünün rüzgarlarında. Sağa sola savrulan… çalılar! Hayat rüzgarlarıyla. Çözülen. Dağılan… Çalılar. İnsanlığa boyun büktüren. Nereye ait olduğu bilinemeyen. Esen gürleyen Ama. Yer edinemeyen. Savrulan. Sürüklenen. Kaybolan…. Çöl çalıları

Konu şu ki. Bağlılık bir yerlerde satılmıyor. Parayla alınamıyor. Bir piyasa var ama… Hani özel kulüplere üyelikler filan var ya! Onları, bağlılık saymıyorsunuzdur sanırım. Sanmayın da. Güvenmeyin de zaten. Bunlar bağlılık değil! Olsa olsa… Hadi şimdi susayım da. Kırmayayım onu bunu! Bağlılıklar öyle bir şey ki. Bunu. Yaşarken değil. Ancak sonradan farkedebiliyorsunuz. O. Yani bağlılık. Kendiliğinden şekil alıyor. Sizi kavrıyor. Sonrasında. Giderek hissediliyor. Adım adım. Yani sizi hayata bağlayan. Her ne ise! Şöyle veya böyle. Dönüp dolaşıp. Önünde sonunda. Döndüğünüz şey oluyor. Gün geliyor. O şeye dönüyorsunuz. Yani. Demem o ki. Bağlı olmayı istemekle. Bağlı olunmuyor. Bağlılık. Yani gerçek olanı. Bizim tasarlayabileceğimiz bir şey değil. Bunu hayatın kendisi şekillendiriyor. Eğer ki. Kişiliklerimizi baskı altına almayıp. Sınırlandırmazsak. Hayatın. Bize dokunmasına fırsat verirsek. Bağlılıklarımızın şekillendiğini görüyoruz. Çekinme kardeşim! Kendinizi kasma! Biraz serbestle.. Hayatımızın bir dümeni var ya! Onu zaten biz tutmuyoruz. O dümen bizde değil. Onun ellerinde. Hayatın ellerinde. Onun uçsuz bucaksız seçeneklerinde… Uçsuz. Bucaksız.

Bana gelince… Hayat hepimizin önüne. Çok sayıda seçenekler seriyor. Bazılarını hissedebiliyoruz. Bazılarını farkedemiyoruz. Bazılarını da biz istemiyoruz. Hiç şüphe yoktur ki. Bazılarının da. Varlığından bile haberdar olmuyoruz. Ama bugün. Görüyorum ki. Hayat belki de bana iltimas geçmiş. Beni hafiften kayırmış. Ve ben. Bunlardan üç tanesini kavrayabilmişim. Üç şey. Yavaş yavaş şekillenmiş. Beni sarıp sarmalamış. Beni hep kendine çekmiş… Kan bağını. Ve aile bağlarını saymaz isek. Üç unsur. Üç dünya olmuş. Beni hayata bağlamış. Dönüp dolaşacağım. Ve sonunda konabileceğim. Üç nokta!. Düşününce. Hiç de az değil! Birincisi bir yer. Bir bölge. Bir coğrafya. İkincisi bir düşünce. Bir felsefe. Bir öğreti. Üçüncüsü ise bir kurum. Bir kuruluş. Bir organizasyon. Hissediyorum. Kendimi bu üç dünyaya ait hissettim. Ve. Evrende misafirim ama. O üç dünyada. Kendimi hiç misafir gibi hissetmedim. Oralı hissettim. Oradan. O yerde. O düşüncede. O kurumda. Kendimi hep iyi hissettim.

İyi hissettim.

İyi.

Devamı gelecek >>

Önceki yazı : Misafir 1 – Kuşlara Masallar

Gelecek yazı : Misafir 3 –

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s