Mektep 4 : Meçhule Yolculuk

 

 

Küçük tekneler vardır. Sahil kasabasının limanında dururlar. Huzurlu bir bekleyiş içinde. Balık mevsimi gelir. Denize açılırlar. Gözden kaybolmazlar. Nokta gibi olsalar da görürsünüz onları. Karayı gözden kaybetmezler. Yani güvenli sularda seyrederler. Bu sahildeki her tekne denizi tanır. Balığı nerede bulacağını. Havanın ne zaman bozacağını . Denizin nasıl kabaracağını. Hepsini bilir. Gün batar. Akşam olur. Teknenin ağları balıklarla doludur. Balıkçılar mutludur; O küçük sahil dünyasında. Düşünce bu ya! Alalım tekneyi ; Çıkaralım sığındığı o sahilden. Ve bırakalım bir okyanusun ortasına. Ne olurdu acaba?

Okumaya devam et –>

İşte mektebe başlayıp da bir iki hafta geçince, benim çocuk ruhum tamamen bu durumdaydı. Arnavutköy sahilindeki bir mahalle okulunu bitirmiştim. Hem de , o günün ifadesiyle, yıldızlı pekiyi derecelerle. Başöğretmen böyle demişti ilkokul mezuniyet karnemi verirken. Ben kendimi birşey sanmamıştım; Ama yine de iyi bir şeyler yaptığımın farkındaydım. Kendimi iyi sanarak gittim bir sonraki okula, Mektebe.

Ve sandım ki, herşey ilkokuldaki gibi olacak.

Hiç de öyle olmadı! Daha ilk günlerde! Mektebin, yetiştirici sınıflarından birinin, yetiştirici-B nin, o eski ahşap kapısını itip de içerideki sıraların birine iliştiğim gün. Hissettim. Burası başkaydı. Önce bir yalnızlık çöktü üzerime. Bir yabancılık. Günlerce, sağa sola, aşağı yukarı bakınıp durdum. Tanıdık bir iz bulabilmek için. Yoktu. Bir eşya. Bir resim. Bir ses. Yoktu. Tanıdık bir koku. Yoktu. Bir tat. Yoktu. Herşeye yabancı gibiydim. “Nereye tutunacaktım?

Ama sonraları farkettim ki, yabancılık çeken tek ben değildim. Herkes yabancı gibiydi. Birçoğu da doğup büyüdükleri yerleri terkedip gelmişlerdi üstelik. Ailelerini bırakıp. Uzaklardan. Tekirdağdan. Kastamonudan. Boludan. Vandan, Lüleburgazdan. Karstan, Ereğliden…. Adını bile bilmediğim yerlerden. Düşünsenize! Böyle bir yerdeydim işte. Ve burada yaşayacaktım. Herkesin, kendisini herşeye yabancı hissettiği bir iklimde. İnsanlara. Eşyalara. Konulara. Herşeye yabancı. Bu benim alıştığım o küçük güvenli sahil değildi. Benim Arnavutköyüm değildi!

O zamanlar adını koyamamış olsam da, “zor günler” bekliyordu beni. Allahtan, o günlerde bunun farkında bile değildim. Yani, gözümde büyütebileceğim bir şey yoktu önümde. Karşıma ne çıkacağını bilemediğim için, yapamıyacağımı düşüneceğim bir şey de yoktu. O gün bu gündür, sıkıntılı günlerle karşılaştığımda bunu hatırlarım hep: “Yapılacak bir şeyi gözünde büyütmek, hele hele de onu zor diye nitelemek, kendi eliyle, kendi yolunun önüne engeller koymaktan başka ne işe yarayabilir ki?

Jean Jacques RousseauÇocuk mantığın uykusudur” der. Tam da böyleydim. Akıl yürütemiyordum. Mantığım uykudaydı yani. Herhangi bir şeyin zor ya da kolay olacağı aklımın ucundan bile geçmiyordu. Sadece hissedebiliyordum. Hissettiğin neydi derseniz: Etrafımdaki herşeyin farklı olduğuydu. Başka olduğuydu. Ne iyi ne kötü. Ne kolay ne de zor. Ne güzel ne çirkin. Sadece”başka“.

Artık demir alıyordum o küçük limandan. Karşımda sadece belli belirsiz bir çizgi vardı. Ufuk çizgisi. Ötesinde ne olduğunu bilemediğim. Yeni sulara açılıyordum. Bilinmedik bir okyanusta kilometrelerce yol alan Kristof Kolomb ruhuyla. Olaylar kendiliğinden akıp gittiler. Gelip geçtiler. Kendimi günlerin dalgalarına bıraktım. Yelkensiz. Dümensiz. Dünyanın çevresini ilk defa dolaşan Macellan ruhuyla.

Yalnız değildim. Mektep elimden tuttu. Yüzlerce yıllık o Mektep, bana, o küçük çocuğa, kılavuz oldu. Beni o güvenli sahilden aldı sessizce. Açıklara doğru taşıdı yavaş yavaş. Yeni bir yolculuğa çıkardı beni.

Bilinmeyen bir yolculuğa.

>>> Devamı gelecek 

önceki yazı : Mektep-3 : İlk Çarşamba

Gelecek Yazı : Mektep 5 : Okyanus

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s