Büyük Akıntı 3 – Dere

IMG_2533

Hayalimiz buydu. Fenerin oradan kendimizi akıntının sularına bırakmak. Ve kendimizi tabiatın akışına teslim etmek. O çocukluk günlerinde tabiatın her parçası bize bir ilham verirdi. Akan su, düşen yaprak,yağan yağmur, esen rüzgar,..Her tabiat hareketi bir çağrıydı bizim için. Bulutlar, kuşlar, çiçekler, herbiri bir davetti. Yalnızca onlar mı? Çatıları uçuran fırtınalar, kara bulutlar, gök gürültüleri. Yatağından taşan dere suları. Bunların içinde de bir heyecan bulur, oyunlar yaratırdık kendimize. Taşan dere de nerden çıktı diyeceksiniz şimdi ! Demiyecek misiniz? Bence demelisiniz! Hiç unutmam. Bir taşan dere macerası yaşamıştım. Sular evlerin arasından koşuyordu adeta. Önlerine katıp sürükledikleri ağaç dalları, yapraklar, topraklarla birlikte buldukları her yol aralığına giriveriyorlardı. Görmeliydiniz!

O gün , çocukluğumun aklımda iz bırakan günlerinden biriydi. Tarihini bile dün gibi hatırlarım. Ağustosun son günüydü. Yani otuzbir ağustos. Sıcak, güneşli ve biraz da ağır denilen havalardan biriydi. Akşama kadar sokak aralarında oyalanmış, koşuşturup durmuştuk. Mahalle aralarına gölgeler düşüp hava da kararmaya başlayınca her evden yavaş yavaş sesler yükselmeye başlamıştı. Anneler sokaktaki çocuklarını çağırıyorlardı. Ben söz dinleyen bir çocuktum. İstemeyerek de olsa, terden sırımsıklak olmuş bir şekilde eve girdim.üstündekini çıkar.Hasta olacaksın. Su içinde kalmışsın! dedi annem. “Çok güzel oynadık; Hava da çok güzeldi” dedim. “Yarın da bırakırsın di mi Anne? Hava da güzel! “ diye de ekledim. Biz sokaklarda oynardık.Sokağa çıkmak için de izin alırdık. Ben ertesi günün iznini de önceden sağlama bağlamak istemişimdir herhalde. “Yarın ne olacağını kim bilebilir ki ? Bir günde her şey değişiverir; Hele bir yarın olsun!“diye cevaplamıştı annem. Haklıydı annem.Yarın başka birşeyler olacaktı.

Gece yarısına doğru rüzgarın camları sarstığını duyar gibi oldum. Herhalde sabaha karşıydı, yağmur yağmaya başlamıştı. Gün ağardığında ise damlalar kiremitleri şiddetle dövüyordu. Biz üç katlı bir binanın en üst katındaydık. Yağmur evin içine yağar gibi ses çıkarırdı. Damlalara isim verirdim. O gün düşenler, “kızgın” damlalardı. Bir şeylere kızmışlardı muhakkak.Hırslarını kiremitlerden alıyorlardı. Ne zaman kızgın damlalar gelse, gürleyen gök, ve ard arda çakan şimşekler sahneyi tamamlardı. Ben en çok “uslu” damlaları severdim. Sakin sakin düşerler, bazan kiremitlerin,bazan da camların üzerinde ses verirler, sanki bir doğa müziği bestelerlerdi. Uslu damlaları severdim çünkü beni düşüncelere iterlerdi. O yılın ilk eylul sabahında, kızgın damlaların gürültüsüne, apartmanın alt katlardan gelen alışılmadık sesler de karışıyordu. Kalktık. Aşağı baktık. Apartmanın iç merdivenlerinden meraklı başlar uzanıyordu. Annem, “siz durun” deyip merdivenlerden aşağı doğru indi. Geri döndüğünde , hızla çıktığından, nefes nefese kalmışdı.Yüzü sıkıntılıydı. “Bodrum katları su basmış. Herşey batmış” dedi. “Hadi gidip bakalım.Yardım edecek bir şey var mı”. Neden sonra anladık ki yağan yağmurlarla dere taşmıştı.

Bu ilk kez oluyordu. Yani derenin taşması. Ya da biz öyle sandık.İnsanlar böyledir.İlk kez gördüler mi, ilk kez oluyor sanırlar. Hayatın bu tuzağına ben de düşmüştüm o zamanlar. Bu sonradan öğrendiğim bir şey oldu: Hayatta her şey tekrar ediyordu. Herşeyin bir ilki olmuştur kuşkusuz. Ama, yıllar ve yıllar sonra, bu dünyanın üzerinden yüzlerce kuşak gelip geçtikten sonra, bizler, o ilkler zamanlarından çok uzaklardaydık artık. Değişen yalnızca zamandı ve mekandı. Ve bir de o zaman mekan sahnesindeki oyuncular yani insanlar değişiyordu tabii ki. Olaylar hep aynı kalıyordu. Kimbilir bu dere de kaç kez taşmıştı.

Belki ilk taştığında çevresinde yeşil çayırlar vardı. Belki daha sonralarda, çilek tarlaları, gül seraları yayılıyordu etrafında. Taşkın suları kaç kez onları da sarmalamıştı. Bir sonrasında küçük bir ahşap kulübe düşünebiliyorum derenin yanıbaşında. Kulübesi sular altında kaldığında öfkelenen sakallı bir ihtiyarı hayal edebiliyorum. O da herhalde derenin ilk kez taştığını düşünmüştür. Belki bir de ailesi vardı yanıbaşında, derenin taştığına şaşıran küçük çocukları da. Neden olmasın ki? Dere suları o küçük kulübeyi sürüklemiş olsa da , başkaları derenin yanıbaşına yine de yeni kulübeler yapmış olsa gerektir sonradan. Ekip biçmişlerdir toprağı. Dere sulasın diye.. Aynı kalan, değişmeyen bir şey de bu. İnsanlar kolaylıkla ders almıyor. Hırs , bir şekilde, hep aklı esir alıyor.

Daha sonra neler mi olmuştur? Çimenlerin arasında, gide gele basıla basıla toprak patikalar şekillenmiştir her halde zaman içinde. Sonrasında da, yavaş yavaş kulübeler çoğalmış, dar patikalar yol olmuştur muhakkak. Ve giderek bir hayat kurulmuştur derenin yanında. Ve dere her geçen zaman içinde daha da sık taşmıştır.Ve oralarda oturanlar şaşırmışlardır her defasında, bu dere neden taştı diye. Ardından anlatmışlardır uzun uzun, ilk defa taştı diye.

Bugün taşmasına şaşıracağımız bir dere yok artık görünürde. Bir iz bile bulamazsınız bu dereden. Bulabileceğimiz tek iz, derenin aktığı yatağın geçtiği sokağın adıdır : Dere sokağı.

Evet o zamanlar Arnavutköyün içinden bir dere geçerdi kıvrıla kıvrıla. Ne kadar da şaşırtıcı görünüyor değil mi? Kaynağını bilmezdik.Hiçbir zaman da bilemedik. Tepelerde bir yerlerdeydi. Ama bir dere vardı ve gürül gürül akardı. Hatırlarım kaç kere içine düştüm! Tepelerden kıvrıla kıvrıla iner, sularını sağdaki soldaki bostanlara bırakırdı.Yaya köprülerinin altından geçer ve bizim “ Kanaki” dediğimiz yerden denize kavuşurdu. Akıntıburnu ile yalı boyu arasında bir yerlerde. Taşan işte bu dereydi. Evet dereler vardı.Ve taşarlardı. Herhalde boğazın bütün köylerinde böyleydi. Çünkü sular yukarlardan aşağılara doğru akarlar. Öyle değil mi? Boğazın tepeleri vardır.Ve bu tepelerden aşağı doğru sular akarlar.

Şimdi neredeler onlar? Görüyor musunuz? Üstlerinden yol mu geçiyor? Sağında solunda evler mi yükseliyor yoksa ? Ehlileştiler mi sanıyorsunuz? Belki de ehlileştiler. Neden olmasın? Şimdilerde taştığını hiç göremedik çünkü. Yoksa betonların altına mı hapis oldular? Yağmurlu günlerde, “dere yolu sokağı” nın kaldırımlarını adımlarken, ayaklarınızın altındaki şırıltıyı hissetmiyor musunuz? Derenin suları orada. Akmaya devam ediyor. Gün ışığına kapalı. Yatağındaki yeşillikler yoktur artık. Küçük su canlıları da. Ama o akıyor. Gününü sabırla bekliyor. Betonları aşındırıp gün ışığına çıkacağı günü. Kendi yolunu kendisinin bulacağı, kendi yatağını kendisinin çizeceği, serbestçe akacağı günü. Annemin dediği gibi :

yarının ne olacağını kim bilebilir ki?”

önceki yazı : Akıntıburnu 2 : Fener

izleyen yazı : Akıntıburnu 4 : Aynalar

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s