“Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir” / Hz. Mevlana (1207 – 1273; Tasavvufçu, ilahiyatçı ve Sufi mistik şair)
Daha yürümeye başlamamıştı. Kaşla göz arasında. Emekleye emekleye. Camın kenarına gelmiş. Dizleri üzerinde. Hafifçe doğrulup. Her iki elini de. Cama yaslamıştı… Camın öteki yanında ise. Yine cama dayanmış. İki pati vardı. Yüzler cama yakın. Hareketsiz. Sessiz. Birbirlerine bakıyorlardı… Merakımdan. Hafifçe yaklaştım. Beni farketti. Daha konuşmaya başlamamıştı ama. Başını döndürüp. Hafifçe. Bir bebek gülümsemesiyle.. “Tagg” diye mırıldandı…
Tagg ile o gün tanıştık. Adını da o gün öğrendik. Yani. O gün Tagg’ın. Bizim ailemize katılmasının. Doğum günü oldu. Tagg kim? Öncelikle şunu söylemeliyim ki. Tagg’ ı sakın ola. İsim benzerliğine aldanıp da. Togg ile karıştırmayın! Tagg buna çok kızar!
Neden kızar? Çünkü. Her şeyden önce. Tagg. Şatafatı hiç sevmez. Tagg çok alçakgönüllü. Ve sessizdir. Aramıza katılışını bile. Nasıl oldu farkedemedik. Sakin sakin gelir. Bakınır. Bakar. Bizim torun hanım oralarda ise. Onunla bakışır. Sessizce giderdi. Sonraları. Adı da konulunca. Camın kenarına yumuşak bir bez. Önüne de yiyecek bir şeyler koymaya başladık. Ve adım adım. Usuletle. Bir baktık. Bizden biri oluvermiş… Yani özetle Tagg. “Vizyoner bir lansman” ile. Gürültü patırdı ile. Gösteriş içinde gelmedi. Şimdi diyeceksiniz ki. “Ne de olsa o bir otomobil değil!” Böyle diyeceksiniz! Tagg’ ın dili olsa. O da size derdi ki. Otomobil icat edileli bir asırı çoktan geçti. Ve aslında. Araba bir yana. Ülkemizde. Uçak bile yapılmıştı. O zaman. Bu neyin muhabbeti!.. Tagg bu! Hiç hoşlanmaz böyle şeylerden. Bana sorsanız… Tabii ki. Ülkede bir araba daha yapılması iyi birşey. Şu an zaten. Ülkemizde. Dokuz farklı ilde. 13 farklı marka üretiliyor. Bir marka daha olsa. Kötü mü yani? Ayrıca sınırlarımız içinde. Zaten. Yılda yaklaşık. Bir milyon otomobil. Üretim bandından çıkıyor. Bir milyon bir olsa. Seviniriz tabii ki! Ama bunu bizim Tagg’ a anlatmak kolay değil!
Benim ilk arabam. Anadol’ du. İkinci el almıştım. 1967 modeldi. Baksanıza ismi bile ne kadar yerli. “Anadol”. Yani Anadolu’ dan çıkmış gibi. Sade. Masrafsız. Kullanışlı bir arabaydı… Tagg’ ın eski akrabaları mıdır bilemem. Ama. Her gün. Her sabah. İki üç tanesini Anadol’un üzerine tünemiş bulurdum. Onlar Anadolu severlerdi. Kan çekiyordu her halde… Ama eminim. Tagg. Togg’ un yanına bile yaklaşmaz. Dedim ya! Tagg’ a bunun sözünü bile etmeyin. O gösterişe çok kızar.
Ayrıca. Bir de şu var. Tagg. Baştan aşağı “yerli”. Togg gibi yüzde elli felan. Yani yarısı yerli. Yarısı yabancı değil. O süzme bir yerli. Şimdi sorabilirsiniz. “Yerli olmak ne demek?” diye. Bir örnek vereyim. 1950 lerin amerikanın kovboy yani Western türü filmleri hatırlayın. O filmlerde. “yerliler” geliyor kaçın! Türünden haykırışlar duyardık. Yani kızılderililer denmezdi. Yerliler denirdi. Çünkü kızılderililer. Yıllar ve yıllardan beri o topraklarda doğmuş ve yaşamış. O toprakların şartlarında şekillenmiş bir topluluktu. Yani özetle. Kızılderililer yerli. Amerikalılar yabancı idi….. Şimdi ise. Amerikalılar yerlimsi. Kızılderililer ise. Turistik meta.. Dünya ne kadar da değişmiş!
İşte Tagg da . Bizim bahçenin yerlisi. Annesi babası. Dedeleri ataları. Hepsi buralı. Onlar toprağı tanıyor. Toprak da onları biliyor. Yani bir öncesi var. Bir sürekliliği var. Ve bir yere ait olup. O yerin şartları içinde şekillenmişliği var. Yani. Tagg ile. Bu topraklar arasında. Bir duygu bağı var. Yerli olmak böyle bir şey. Duygu yaratmayan bir şey. Ne yerel. Ne de yerli olamıyor! Bir şey. Yerli olsun diye tasarlanamıyor. Birdenbire. Bir gecede yerli olunamıyor. Her şey her yere ait olamıyor. Her yerde de yerli olunamıyor.
Aslında mesele sadece yerli olmak da değil. Esas mesele yerli olmanın. Evrenselleşme yolunda bir adım olması. Hele ki konu teknoloji ise!… Yani yerel özelliklerin. Dünyada Kabul edilmesi. N’olacak ki! Rumelihisarı çay bahçesi de yerli. Sahiden yerli. Çok severim bu çay bahçesini. Ama. 1954 de kurulmuş olsa da. O hala yerli. Yani yerinde sayıyor. Aslında bu halini de. Çok seviyorum. Ama. Öte yandan. Aynı işi yapan. Starbucs da amerikan yerlisi. Ama o. Dünyanın her yerinde. Yani evrensel! Mesela bir Yaşar Kemal. Mesela bir Aziz Nesin. Bir Sait Faik Abasıyanık.. Ve daha bir çoğu. Eserlerine. Sözcüklere. Olaylara. Duygulara bakarsınız. O yazarları okurken. Neler hissettiklerinizi anımsarsanız. Baştan aşağı. Yerli olduklarını hemen farkedersiniz. Ama aynı zamanda. Dünyanın farklı coğrafyalarındaki. Kırktan fazla dile çevrilip. Milyonlarca yabancı okur tarafından okunup. Dünya edebiyat ortamlarında. Dünya üniversitelerinde. Değerlenirildiklerini de görürsünüz…. Onlar. Anadoludan çıkıp. Dünyaya malolmuş!
Gerçi Togg da. Avrupa yollarını titretecektir muhakkak! Öyle deniyor. Ama işte bizim Tagg buna da çok kızıyor! Aynı soydan gelen. Arslanlar. Kaplanlar. Parslar. Panterler…. Yıllardan beri ortalarda cirit atarken. Benim niyetim. Hem onlara benzeyip. Hatta onları taklit edip. Hem de. Onları titretmek mi olmalı? diye düşünüyor. Şu hayatta tek derdimiz. Başkalarını titretmek midir? diye kendi kendine sormadan edemiyor bizim Tagg!
Tagg işinin. Aşının peşinde.. Bir de. Dinlenirken. Camın kenarına yaslanıp. Bizim torun hanımla bakışıyor. Bakışıyor dedim ama. Aslında onlar. Gözleriyle konuşup. Birbirlerini çok iyi anlıyor. Anlıyorum ki. Aralarında bir duygu bağı var….
Peki ya Togg! O. Bizde. Bu topraklarda. Bir duygu yaratıyor mu?
Tagg’ a sordum. Mırıldandı.
Miyauuvv!!!