“Az anlamak, ters anlamaktan iyidir” Anatole France ( Fransız yazar. 1844 – 1924)
Ben yaprağa takıntılıyım! Belki de. Tabiatı sevdiğimden. Çimen deyip. Ot böcek deyip. Yaprak deyip geçemem! Bir şekilde oynaşırım onlarla. Sizler de. Yaprak deyip geçmeyin!. O küçücük. Ve sevimli tabiat parçası. Yani bir yaprak. Bizlere. Neler neler anlatır . Sadece hayatın geçici olduğunu değil. Varolmanın boşu boşuna olmayıp. Bir anlam taşıdığını. Yokolmanın da. Bir son değil. Yeni bir başlangıç olduğunu gösterir bize. Ama. Yaprağı ciddiye alıp. Biraz daha dikkatle düşünürsek. Bir şeyi daha farkederiz.. Hem de çok önemli bir şeyi! Nedir o derseniz? Bunu zaten biliyorsunuz!.. Ama belki. Bildiğinizi bilmiyorsunuz!
Ne demiştik? Yaprak doğar. Büyür. Solar. Ve düşüp toprağa karışır… Evet böyledir! Tüm bunları görürüz. Ama. Yaprağı yaprak yapan. Esas işleyişi. Fotosentez yapmasını. Bunu görebilir miyiz? İşte bunu göremeyiz… Gören var mı? Yıllardır yaprakları seyreder dururum. Ben hiç görmedim!
Yani yaprak şunu da hatırlatır bize. “Hayat. Sadece gördüklerin değildir. Görmediklerin de var!” Gerçekten de. Nereye bakarsak bakalım. Nasıl bakarsak bakalım. Ne zaman bakarsak bakalım. Bir gördüklerimiz vardır! Bir de görmediklerimiz. Bunun binlercesi var. Yaprak bu örneklerden sadece birisi. Uzağa gitmeye gerek yok ki! Kendimize bakalım mesela. Elimizi ayağımızı kolumuzu görürüz. Ama. Ruhumuzu. Aklımızı. Göremeyiz. Bu kadar basit! Tabiat böyle bir şeydir. Ne bileyim. Mesela. Bir güveyi. Ve bir yarasayı görebiliriz. Ama. Yarasaların, uçmakta olan güveleri avlamak için kullandığı. Sonarları görebilir miyiz? Ya bu güvelerin. Sonarları bozmak için kullandıkları ultrasonu? Bunu görebilir miyiz? Göremeyiz!
Sadece tabiatta da değil! İnsanın kurduğu. Şu garip. İnsanlar dünyasındaki hayat da. Hiç mi hiç farklı değildir. Orada da. Heryerde ve her zaman. Bir gördüklerimiz. Bir de görmediklerimiz vardır.. Bir göz atın etrafınıza. .. O beton abidesi. Adalet binalarını görürüz. Ama adaletin. Bir kırıntısını bile göremeyiz. O ulu sarayları görürüz. Ama itibarın bir zerresini göremeyiz. Stadlardaki şeref localarını görürüz. Ama şerefin bir damlasını göremeyiz…. Şaşırmayın. Bir de böyle bakın olup bitenlere!.. Koskoca Mevlana. Düşünüp düşünüp. Boşuna mı demiş, “Görünüşe aldanma!” diye. Yani: “Gördüğüne de aldanma!”
Gerçi. Mevlana. Hem de sekiz asır öncesinden. Böyle demiş ama. Bu günlere bakınca. Mevlana’ yı dinleyen kim? İnsanlar dünyası öyle bir dünya oldu ki. Görünüşe kapılmamak. Ve aldanmamak ne mümkün!. Bakın şu dünyanın haline.! Bu işte bir terslik yok mu? Görünüş gösteriş oldu. Ve gösteriş. Hayatın her yerine. Kılık kıyafetten. O süslü sözcüklere. O yapmacık davranışlara kadar. Neredeyse herkese bulaştı! Hayat hızlandı. İnsanlar aceleci. Kendilerini oradan oraya atıp. Her yerde var olmaya çabalayan bir sürü dolaşıyor ortalıklarda,,. Hayat çok karmaşık. Her şey “çok”. Eşya çok. Araç alet çok. Yollar binalar çok. Arabalar kamyonlar çok. Kurumlar ve organizasyonlar çok. Yönetici çok. Politikacı çok… Ve sonuç olarak da. Hareket çok. Söz çok. Ses çok.! Cilalı sözcükler. Serseri bir kurşun gibi yağıyor. O kutsal sayılar ise sanki birer el bombası…
Silahlar. Zorbaların elinde. Sözler ise yeni türemiş trollerde. Ve bizler. Ve insanlar. Her şeye hızla. Bakıp geçiyor. Ya da her şey. Yanlarından rüzgar gibi geçip gidiyor. Sonuç olarak. Çoğumuz. Çoğu kimse. Düşünemiyor. Düşünmüyor. Bakmayı. Görmeyi. Düşünmek sanıyor. Ve nihayetinde. Kendi kendisini aldatıyor… Yirmi asır öncesinde. “Başınıza gelen şey, başınıza geldiğini düşündüğünüz şey değildir” diyen Epiktetos’un. Bu sözcüklerini hatırlayınca. “İnsanlık hep böyle miydi acaba?” diye sormadan edemiyorum kendi kendime..
Belki de Epiktetos. Çok daha derin bir konuya işaret ediyordu. Ya da. Sahiden insanlık hep böyle idi. Bilemiyorum. Ama her durumda. Bugün bunun çok daha ötesindeyiz artık.. Hayatın bu karmaşasından faydalanıp. Reklam filmlerindeki gibi. Paketledikleri fikirleri. Aklımıza sokanlar da var artık! Engelleyemiyoruz da. Hemen Kabullenip. Kendi düşüncemiz sanıveriyoruz. Anadolu halkı buna. Sokma akıl der. Ve “Sokma akılla yol alınmaz!” diye ekler. Kent seçkinleri ise. Bunu. Bir marifetmiş gibi gösterip. Buna “algı yönetimi” diyorlar. Tabii ki algı konusuna. Bilimsel olarak yaklaşmak mümkün. Ama bugün gelinen noktaya bakıldığında. Uygulamada. Algı denilen şey. Kötü aklın çarpıtmalarını. Görünenler olarak sunarken. Gerçekleri gözden kaçırmaya çabalıyor… Yani insanlar dünyasında sahnelenen. Bugünkü algı oyunları. Düpedüz. Aldatmanın ve yalanın bilimi!.. Başka ne olabilir ki?
Bu çarpıtmaları farkeden Stefan Zweig. “Ben söylediklerimden sorumluyum, anladıklarınızdan değil.”. deyivermiş. İyi de yapmış! Siz de öyle yapın! Ama yine de. İnsanlar dünyasındaki.. Yalan rüzgarları ile başedemiyorsanız eğer. Yalan rüzgarlarından çok rahatsız oluyorsanız eğer. Kendinizi tabiatın rüzgarlarına bırakın. Rüzgarda uçuşan yapraklarla arkadaş olun.…
Doğa sahnesindeki o yaprağın. O mert ve temiz yaprağın. Algı oyunları yapmadığını göreceksiniz! Evet eğer izlerseniz. Göreceksiniz ki. Güz gelecek. Yaprak düşecek. Düşen yaprak. Belki rüzgarda. Bir iki salınacak…
Ama. Düşmemek için çırpınmayacak. Dalında kalmak için. Güç kullanmayacak. Boyun eğip. Yardım dilenmeyecek. Yalanlara dolanıp. Düşmüyormuş gibi oyun kurmayacak!.. Sadece düşüverecek…
Düşecek!
Önceki Yazı: Yaprak 1 – İzler