
Babam. Buğulu bir ses ile. “… gelsene Haluk” diye çağırdı beni yan odadan.
Bu gün okul yok. Bugün tatil. Işıl ışıl bir gün. Mayıs günlerinden biri. Mayıs’ı severim. Sokak beni çağırıyor. Oyun oynamak geçiyor içimden. Ama, mutfaktaki masanın üzerine kitapları koymuş çalışıyorum. Bu hep böyle oldu. Kitabı hep. Sokağa tercih ettim. İyi mi oldu bilemem. Kitap dediğime bakmayın. İlk okul sınıflarından birindeyim. Ya üç ya dört. Belki de ikinci sınıf. Okuma maceram yeni yeni başlıyor anlayacağınız. Babam neden çağırıyor ki beni? Tuhaf!
Tuhaf çünkü. Babam. Birşey söyleyecekse anneme söyler. Bir şey isteyecekse de annemden ister. Sahiden tuhaf! “Çalışıyorum baba” diye cevapladım. “ Hadi gelsene” diye üsteledi. Bu da tuhaf!.. Kapı aralığından yan odaya geçtim. “ Gel yanıma otur da dinle bakalım” dedi. Neyi dinleyeceğim?
Annemle yan yana oturmuşlar. Gözlerini, sanki birşey seyrediyormuş gibi, radyoya dikmişler. Öyle duruyorlar. Tabii ki bir şey seyretmiyorlar. Seyredemezler. İzleyemezler. Daha televizyon yok. Sadece radyo var. Radyo herşeyimiz. Evin en önemli yerinde durur. Düğmesini çevirir bekleriz. Babam, arada bir radyo ısındı mı diye eliyle yoklar. Önce ısınması lazım. Yeterince ısınmadan sesi çıkmaz. Ardından. Ses yavaaaş yavaaş yükselir derinlerden. Ve dinlemeye başlarız. Ne olursa. Çocuk saati. Ajans. Fasıl. Radyo tiyatrosu. Spor saati… Yani anlayacağınız. Sabit bir “mönü”. Seçme şansımız da yok. Ama şimdi var. Şimdi mönü geniş mi geniş. Hem de açık mönü. Ne istersen seçersin! Kanal kanal zıplarsın. Ama işte bu da. Mide bozuyor. Çok izlersen de. Hayatını çalıyor. Alıklaştırıyor…
Babamla annemin arasında bir yere iliştim. Aklım hala ödevlerdeydi. Kısık sesle anneme, “ödevler var, bitirmem lazım” diye fısıldadım. Babam duydu. “ödevini sonra da yaparsın” dedi. “ Şu törenleri izle bak! Ne güzel! Bunlar tarih! Ödevlerinden de. Okuduklarından da daha önemli! “
Işte bu sözlere çok şaşırdım. Şaşırdım çünkü, o güne kadar okumanın öğrenmenin en önemli şey olduğu söylenirdi hep. Gördüğüm de bu olmuştu. Bizim evde birileri hep birşeyler okur. Babam gazete okur. Annem tefrika ya da tercüme romanlar. Dayım yuvarlak çalışma masasının üzerindeki kalın kitaplar arasındadır daima. Okuyup durur. Dedem. Köşesinde bağdaş kurar. Kuran okur. Babaannem, her gün ilk iş, saatli maarif takviminin sayfasını koparır. Son kelimesine kadar okur. Günün tarihi, burçlar, fıkralar, günün yemekleri, faydalı bilgiler. Hepimize de anlatır.
İşte bu nedenle şaşırdım. Okumaktan, öğrenmekten daha önemli ne olabilirdi ki? Oku da “büyük adam” ol derlerdi. Büyük adam nedir ki? Onu da anlamazdım ama… Okurdum işte! Tabii sonradan kavradım ki. Boyu büyük. Boyu uzun olmakla. Büyük adam olunmuyor. Ünvandan ünvana koşuşturup. Tek olma. Bir olma ile de. Büyük adam olunmuyor.. Hatta gördüm ki. Ünvan üstüne ünvan katanlar. Yükseldiğini sanırken. Cüceleştikçe cüceleşiyor..…
Ayrıca. Babama da şaşırdım.
Babam sakin kendi halinde biridir. Duygularını anlamak imkansız. Kızdığını, üzüldüğünü, sevindiğini hatırlamıyorum desem yalan olmaz. Ciddiyet gösterisi yapar da sanmayın. Tam tersine arkadaş gibidir. Ama, olaylara ve insanlara kayıtsızdır. Dünü tartışmaz, geleceği düşünmez. “Benim bu dünyada ne işim var?” halindedir.
Babam. “Öylesine” dir. Eski deyimle “hasbelkader”. Hepimiz gibi bir şekilde, öylesine dünyaya gelmiş. Öylesine. Yani sebepsiz okumuş. Öylesine. Yani amaçsız iş sahibi olmuş. Öylesine çalışmış. Annemi sevmis. Hasbelkader evlenmiş. Hasbelkader çocukları olmuş… Bu böyle gider. Yani hayata, iradesini koymayı düşünmeyip. Hayattan bir şeyler istemeyip. Kaderin akışında. Tesadüflerin dalgalarında. Öylesine yaşamış biridir babam… Diye düşünürüm.
Hiç bir konuda. İnat ettiğini. Sesini yükselttiğini görmedim..Ama bu sefer farklıydı. Israr eder gibi oldu işte.
Çok tuhaf!
Devamı gelecek >>
İzleyen Yazı : Bir Tuhaf Mayıs Günü 2 – Parakete