Hocam. Muzip bir şekilde. Tebessüm edip. “Ben zaten biliyordum!” demez mi!
Bunu duyunca. Ben de. Kızmak ile sevinmek aralığında sıkıştım kaldım.. Hocaya kızılır mı? Kızılmaz tabii! Ama yine de. Kızayım mı! Sevineyim mi! Bilemedim….
Bunun bir öncesi var aslında! Anlatayım….
Okumaya devam ediniz –>
Hocamın odasına çat kapı girilirdi. Yani randevu almak gerekmezdi. Çat kapı! Yani kapıyı usulen tıklatır odaya girerdik. Ben de o sabah. Öyle yaptım…
Sabahı zor etmiştim. Koşa koşa gitmiştim. Sevinçliydim. Çünkü. Hocanın istediği bir konuyu. Nihayet. Bilimsel olarak kanıtlamıştım. Aslında. İki kat sevinçliydim. Çünkü. Bu kanıtla birlikte. İstediğim bir alanda. Çalışma yolu açılıyordu önüme.
Bunun da bir öncesi var tabii ki! En iyisi. Baştan başlayayım..
Bir tez çalışmasında. İki noktanın. Önemli olduğunu düşünürüm. Birincisi, danışman hoca. İkincisi çalışma konusu. Hocaya saygı duymanız. Konuya da ilgi duymanız gerekir. Bunlardan birinde. Uygunsuzluk olursa. İşler pek yürümez…
Hoca bana bir çalışma alanı önermişti. Pek ilgi duymadım. Yeni bitmiş. Bir doktora tezinin. Uzantısı niteliğinde bir konuydu. Aritmetik olarak. Bulunmuş özgün bir sonucu. Geometrik olarak çözümleyecektim. Aslında. Kolay görünen. Alt yapısı kurulmuş bir tez olacaktı. Ama. Çok severek çalışacağım bir alan değildi. Daha yeni alanlarda çalışmak istiyordum.
Mecburen. Konuyu araştırdım tabii… İnceledim. Ve bir sonuca ulaşamayacağımız görüşüne sahip oldum. Sonra da. Hocaya görüşümü bildirdim. .. Hoca sessizce dinledi. Sonra: “ Nereden biliyorsun? Bir sonuç çıkmayacağını “. Diye sordu. Tekrar anlattım uzun uzun. Hocam da sabırla dinledi.. “Tamam bunların hepsini anladım. Bunlar senin düşüncelerin” gibisinden kısa bir yorum yaptı. Ve o can alıcı soruyu sordu: “Kanıtın nerede?”….
Bu. O gün için. Gerçekten. Suratıma tokat gibi inen bir soruydu.
“Hadi şimdi git! Görüşlerini kanıtla! Bakalım doğru mu düşünüyorsun?” diyerek konuyu bağladı. Bunun anlamı. Sözlerle. Mantık yürütmelerle değil. Matematik ile. Sayılarla çalışmaktı… Öyle de yaptım. Zaten sevdiğim. Aritmetik. Cebir. Geometri.. Beş altı ay boyunca. Benim yakın yoldaşlarım oldu. Her şeyi baştan gözden geçirdim. Matematikçi hocalarımdan yardımlar aldım.. Hiç de kolay olmadı. Ama. Sonuçta. Sezilerim doğru çıktı. Çözümsüzlüğü kanıtlayabildim…. Ve işte. O sabah erkenden. Koşa koşa. Hocama gittim. Hikayesi bu!..
Ama Hoca. “Ben zaten biliyordum!” deyince. Duygularım ard arda aktı. Işık hızıyla. Önce şaşırdım. Çünkü bunu beklemiyordum. Sonra kızdım. İçimden. “Beni niye uğraştırdın Hocam!” diye. Ardından üzüldüm. “Boşuna vakit kaybettim!” diye. Sonunda da düşündüm. ” hocanın bir sebebi vardır!” diye. Ve düşündükçe.. İşte o zaman. Uyanmaya başladım… Tokatı hissettim…
Bu tokat. Büyük bir ders oldu bana…
Matematikteki bulgularla. Gelişmem bir yana. Bir çözümsüzlüğü kanıtlama keyfi öte yana. Sonradan. Düşündükçe. Çok daha önemli bir. Yaklaşım hatasını yaptığımı keşfettim. Evet. Bir mantık kullanmış. Ve akıl yürütmüştüm. Yani düşünmüştüm. Ve boş boş düşünmemiştim. Ama. Şöyle bir yaklaşım göstermiştim.
Önce. Kararı verip. Sonra. Ona uygun. Kararımı destekleyen. Gerekçeler seçmiştim.
Önce. Duruma objektif olarak bakıp. Sonra. Karara varmamıştım. Kısacası. Ters yola girmiştim. Deyim yerinde ise. Ön yargılıydım… Sonraları. Etrafıma bakınca. Bir çok insanın. Büyük bir çoğunluğun da. Böyle davrandığını farkettim… Hala da öyledir! Birçok insan. Şöyle veya böyle. Bir karar veriyor. Ardından da. Bu kararı savunan. Gerekçeler buluyor. Ya da yaratıyor. Aslını sorarsanız uyduruyor!
Anladım ki. Önyargılı olmaktansa. Cahil olmak çok daha iyiydi. Çünkü farkettim ki. “Cehalet, hakikate ön yargıdan daha yakın.“
Daha da sonraları. Bunu hatırlayınca. Kendim için bir oyun yarattım. Herhangi bir konuda karar almışsam. Bir tercih yapmışsam. Karar ve tercihimin. Tam tersini savunup. Gerekçeler aradım. Ve bilir misiniz! Her seferinde de buldum. Siz de deneyin!
Sevgili hocam. Faruk Akün. Öyle bir anda. Öyle bir soru sordu ki! O kadar basit! O kadar yalın. Ve sade bir soru! “K a n ı t l a d ı n m ı ?” Ama. Şiddetli bir tokat gibi… Bu tokadı hiç unutmadım. İzini hep taşırım. Arada bir de. Unutmamak için. Kendimi tokatlarım.
Siz de deneyin!
Önceki yazı: Hocam 3 – Gece saat üç