Farkındayım. Takalar lastikler derken…Akıntıburnunun bu noktasında fazlaca oyalandık. Ama “feneri” de unuttum sanmayın. Hedef Fener. Rumelihisarındaki fener. Ama oyalandık. Doğru. Şimdi içinizden söyleniyorsunuzdur. “Ne bu yani! Amma da uzattı! Taka geliyor. Denıze atlıyor. Lastiklere tutunuyor. Hepsi hepsi bu! Bunda büyütecek ne var?” Doğru valla. Hepsi hepsi bu. Yani tam da böyle görünüyor. Ama böyle olmuyor! Bakın anlatayım.
Okumaya devam et –>
Mesela. Bir keresinde, takaya fazla yaklaşmıştım sanırım. Lastiği tutamadan, kafam takanın ahşap gövdesine çarptı. Başım acıdı. Döndü. Yıldızları saydım desem yeridir. Gözlerim karardı. Suya batıp batıp çıkıyordum sanırım. Herşey bir anda olup bitiyor böyle zamanlarda. Saniye değil saliseler. Son bir gayretle, boşluğa uzattım kolumu. Bir lastik yakalarım umuduyla. Orada lastik yoktu. Boşluğu yakaladığımı sandım… Boşluk yakalanır mı?
Olay burada bitmiyor. Devamı var. Ama bu kadarı bile yeter. Şimdi anladınız değil mi? Aynı görünüyor ama… Hiç de aynı değil! Neler neler olabiliyor! Aynı yere geliyoruz. Takaları gözlüyoruz. Sonra da denize atlayıp, lastiklere tutunuyoruz. Doğrudur! Böyle görünür. Bunu seyredenlere. Yapmayanlara. Ama. Yıllarca. Yaz günlerinde. Defalarca. Bunu yapıyorsanız. Hiç de öyle değildir. Hele biraz düşünürseniz de…Yapa yapa. Deneye deneye. Önemli bir şeyi farkedersiniz. Bir hayat sırrını. Bence.
Anlarsınız ki, hayatta, “hiçbirşey, aynı biçimde tekrarlanmaz. “ Tekrarlanıyor gibi görünseler de. Her deneme özgündür. Nasıl ki gökyüzünden yere düşen her kar tanesi farklıysa… Denize her atlayışta yaşayacaklarımız da öncekilere benzemez.
Farkedersiniz ki, hayatta “hiçbir şey tam tanımlı değildir“. Her olayda bir belirsizlik bulunur. Dıştan bakınca, kendine has bir düzeni varmış gibi görünse de. Aslında, bu düzensizlik içindeki bir düzendir. Ve bu düzenin içindeki belirsizliği öngöremezsiniz.
Özetle, “yaşar geçersiniz”. Fazlaca düşünmeden. “Yaşama refleksi” yani.
Her atlayışta, tıpa tıp hep aynı şeyler olsaydı. Ve biz de neler olacağını biliyor olsaydık. Bu kadar heyecan duyup da, yıllarca taka peşinde koşar mıydık? Bu bir dönme dolap mı? Ki, dönme dolapda da , aynı şeyler, aynı şekilde tekrarlanmaz. “Kaos felsefesi” ne göre. Hayatın güzelliği de buradadır.
Özetliyeyim mi? Akıntı sularının bize anlattığı şuydu: Hayatın içinde, “ kader, her an yeniden yazılır “.
O günkü kaderim nasıl yazılmıştı acaba? Şimdi kaldığım yerden, o günün hikayesine devam edeyim isterseniz.
….Başım suda. Elim boşluktaydı…Birinin, beni saçlarımdan tutup sudan yukarı çektiğini hissettim. Takanın son lastiğine tutunan arkadaşımdı. Ali olabilir. Şimdi nerelerdedir kimbilir! Üç dört kişiydik. Belki Güngör. Belki Hagop. Belki de Coşkun. Hepsi bıraktılar lastikleri. Kıyıya kadar kolladılar beni. Kıyı dediğim de bir adaydı. Zorlu kulaçlar atıp, akıntı ve dalgalarla mücadele edip sahile dönmektense, kendimizi akıntıya bırakıp adaya düşmek daha kolayımıza gelmişti.
Doğrusu bu ya! O gün adaya gitmeyi hiç mi hiç düşünmemiştik.
Ama adaya düştük. O anda öyle yazılmış demek ki.
Kader işte!
Devamı gelecek >>
Önceki yazı: Büyük Akıntı 13 – Lastiklere Hücum
İzleyen Yazı : Büyük Akıntı 15 – Ada