Marka’j

 

Zaten. Şu “marka” kavramı ile. Derdim vardı. Bir de. O söyleşiyi okuyunca. Aldım kalemi elime. Hırsımı kağıtlardan çıkardım… Sonra da buruşturup. Attım bir kenara… Sevimsiz duygularımın çoğunu paylaşmam. Ama hiçbirini de içime atmam. İçimde tutmam. Çoğu zaman yazarak. Kendime yazarak. Duygularımı dışa dökerim. Kurtulurum onlardan. Sonra da. Çöpe atarım… “Marka olmak” anlayışına. Marka kavramına karşı da değişik duygularım vardır. Oldum olası kızmışımdır bu sözcüğe. Bu beş harfin içinde. Gerçeklikten uzak. Bir “sahtecilik” duygusu taşıdığı. İzlenimi alırım. “Aldatma” ile doldurulmuş bir boşluk…

Devamını okuyunuz>>

Biz. İnsan denilen yaratıklar. Eğer düşünüyorsak. Kavramlarla düşünürüz. Kavramlarla düşündürtürüz. Doğal olanı bu. Ama günümüzde. Bir çok şey gibi. Bu da tersine çalışıyor. Kavramları rahat bırakmıyorlar. Kavramlar. Sözcükler. Bir tuzak gibi kullanılıyor. Zihinleri teslim almakiçin. Bir pusu.

Öyle kavramlar var ki bugün. Kullanıla kullanıla. Adeta beynimize çakılıyor. Ve bir an geliyor. Düşüncemizin önüne geçiyor. Düşünmemizi engelliyor. Düşüncelere markaj yapıyor. Ve. Düşüncelerimize yön veriyor. Marka böyle bir kavram işte. Hem de. Kavram tacirlerinin. Neredeyse kutup yıldızı.

Ne kadar yaldızlansa da. Sevimsiz bir kavram. Marka. Gerçek hayatta. Karşılığı olmayan. İnsan hayatına. Hiçbir gerçek değer yaratmayan. İnsanı sahteleştiren. “Sahte ekonominin. Balon kavramı“. Marka. Açgözlülüğü tetikleyen. Kıskanma duygularını coşturan. Kişiliği çarpıtan bir kavram…Marka. Önüne gelen de kullanıyor. Sözü kalmayan. Sözcüğü bulamayan. Bunu kullanıyor. Bir zamandır da fazlasıyla tedavülde. Bir spor yöneticisi çıkıyor. “ GalataBahçe spor kulübü bir dünya markasıdır..” diyor. Bir politikacı. Seçim vaatlerini sıralarken, “…Uluçemiş beldemizi dünya markası yapacağım!…” diyiveriyor. Hadi neyse. Bunlarda bir ölçü popülizm olabilir. Kendilerine göre bir “mesaj” vermek istiyorlar. Ama ya. Bir tarihçi çıkar da. Hem de gerçekten. Saygın bir tarih bilimcisi. Hem de. Hiç gösteriş merakı olmayan. Kanal kanal dolaşmayan. Kendini oradan oraya atmayan. Araştıran. Gerçekten de bilen. Bir tarihçi çıkar da. Bir büyük insan için, “ BabaTürk, bir Türkiye markasıdır” derse mesela. Ne düşünürsünüz? Ne diyeyim! Söyleyeni bilmesem. Söylediğin sözü kulağın da duysun! derim. Marka kavramı üzerine bir düşün derim. “Söze değil, sözü kimin söylediğine bakılmalı” denir ya. Kavramı kullanan saygın bir tarihçi. Niyetinden. Bilgisinden. Hiç bir kuşku yok. Ama çoğumuz gibi. Zamanın. Dönemin. Oyununa gelmiş. Hangimiz gelmiyoruz ki?

Oyun nedir derseniz! Oyun. Dünya oyunu. “Zihinleri teslim almak” la ilgili. Yani. Bence. Ayrıntı gibi görünse de. Oyun büyük. Çünkü her şey zihinde başlar. Ama. Oyunu anlamak için. Önce şu küçümen “marka” kavramına bir bakalım.

Herşeyden önce. Marka. Ticari bir sözcüktür. Bir ticaret kavramı. Felsefe ile. Bilim ile. Sanat ile. Liderlik ile… Doğrudan bir bağı yok. Herşeyiyle ticari bir sözcük. Yani “alınan satılan” mallar için. “Meta” için kullanılır. Yani. Her ne için. Marka diyorsak. Her ne için marka değerinden söz ediyorsak. Onu. Pazarlıyoruz anlamına gelir. Satıyoruz. Alınabilir demektir. Fiyatını bulursa alırsınız demektir. Yani. Her ne için marka diyorsak. Ona bir değer biçeriz. Ama dikkat! “Anlam” değeri değil. “Mali” bir değer. Onun bir fiyatı vardır demek isteriz. Üstelik. Arkasına da bir “hikaye” takmayı unutmayız. Balon bir sözcüğe. Kurgu bir hikaye. Başka türlü şişiremezsin balonu. Böylece. Sahtesinden bir anlamı da pazarlamış oluruz. Bence böyle!

Şimdi tekrar düşünelim. “Türkiye tek bir marka çıkarmıştır: O da BabaTürktür!” deyince. Bu ne anlama gelmiş oluyor. Hiç kuşkusuz. Bunu ifade eden tarihçi. O Türkiyenin “en büyüğüdür”. O Türkiyenin “en bilinenidir” demek istemiştir. O Türkiyenin “itibar abidesidir” demek istemiştir. O zaman öyle söylesenize sayın hocam! Neden marka diyorsunuz ki? Madem ki “O” bir marka. Yani şimdi. Patent Enstitüsüne mi başvurulacak. Daha önceden tescil edilip edilmediğini anlamak için. Yani şimdi. Bu markayı korumak için. Her on yılda bir yenileme başvurusu mu yapılacak?… Hadi. Saygın tarihçimiz böyle dedi. Ya sayın gazeteci kardeşim. Kavramlarla oynaşmayı bilen. Köşesine sığamayan. Köşesinden taşmaya çabalayan kardeşim. Siz orada necisiniz? Neden kibarca bir düzeltme yapmayıp. Üstelik de. Bu ifadeyi manşete taşırsınız? Marifetmiş gibi!

Kızdım mı? Eh biraz kızdım haliyle! Kavram deyip geçmeyin. Bakalım tarihe. Anlarız. Her şeyin küçük ayrıntılarla başladığını. Görürüz. Küçük deliklerden girip. Büyük göçükler açanlar olduğunu. Alındım mı? Hem de nasıl!

Bu coğrafyada yaşayanlar için. Konu Atatürk ise. Her ayrıntı önemli. Zerre kadar yanlışa bile yer yok. Tabii ki alınırım! Konu Atatürk ise. Geriye kalan herkes hikaye. Bu kuru bir laf değil! Herkes hikaye! Tarihçi de. Gazeteci de. İstediğini düşün. Kimi düşünürsen düşün.. O’ da hikaye. Bu da hikaye.

Sen de hikaye! Ben de hikaye!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s