Arada kalmıştı. Adını bu arada kalmışlıktan aldı. Özelliklerinden değil. İyiki de böyle oldu. Yoksa ona “karanlık” diyebilirlerdi. Ya da “gri” veya “siyah”. Belki de “gece” gibi bir şey. Neden mi? Çünkü “iki aydınlık” arasında kalmıştı da ondan. Güneşin batışından, güneşin yeniden doğuşuna kadar geçen süre gibi yani. Tek farkla ki….bu karanlık on oniki saat değil…Tam tamına sekizyüz yıl sürdü.
Okumaya devam et –>
Karanlığın öncesinde, “bilgisizliğin aydınlığı” vardı. Akıllardaki soru şuydu: Herşeyin kökeninde ne var? İnsan nedir? İnsan nasıl mutlu olur? Bu dönem MÖ sekizinci yüzyıldan başlayıp, onüç yüzyıl sürdü. İnsanlar doğaya bakıp meraklandılar. Sorular sorup durdular. Anlamak için.
Karanlığın sonrasında, “bilginin aydınlığı” vardı. Bu sefer sorular başkaydı: İlerleme nasıl sağlanır? İnsan nasıl insan olur? Hayat nasıl iyi yaşanır? MS beşyüzlerde başlayıp, bu da onüç yüzyıl kadar sürdü. Sanayi devrimine kadar; Teknik olarak. Ve Fransa devrimine kadar; Siyasi olarak. İnsanlar insanlığını keşfetti. İnsanlar dünyayı keşfetti. Gözlemler yaptı. Deneyler yaptı. Sorguladı.
Her iki aydınlık döneminde de ölçü “akıl” dı, “düşünce” idi. Ne zaman ki bunlar kayboldu; İşte o zaman ortalık kararmaya başladı yavaştan. Ve o geldi sinsice. Ona “ortaçağ” dediler. Ortada kaldığı için.
Ortaçağ yaşadığımız dünya ile ilgili değildi. Onun için esas olan bu dünyadan sonraki hayattı. Dünya görüşünün merkezinde Tanrı vardı. Dinsel öğretiler ve dini dünya görüşü temel alınıyordu. Kilise öğretisi inancı temellendiriyor ve sistematik hale getiriyordu. Özetle insan düşüncesinin ışığı devre dışıydı. Akıl kayıptı.
Peki, dünyada neler olup bitiyordu bu sırada? Dünyevi yapı bölünmüştü. “Derebeylik” esasına göre. İçe dönük ve yereldi. Yani “feodal” düzen. Ya insan ilişkileri, sosyal düzen nasıldı? Bir yanda “koruyanlar” vardı. Öte yanda da “korunanlar”. Koruyanlar korunanları gözetirdi. Korunanlar da koruyanlara itaat ederdi. “Gönüllü kulluk” diyelim.
Özetlersek, Önce antik çağ vardı. Sonra orta çağ. Ardından da yeni çağ. Sonrası derseniz. Bugüne kadar hala “yakın çağ” dayız.Tabii ki tarih burada kesilmedi. Fukuyama böyle istemişti ama siz inanmayın. Tarihin sonu gelmedi. Neden gelsin ki? En güzel günler daha yaşanmamışken! Ama öte yandan yakın çağ da bir türlü bitemedi. Önceleri mekanik bir dünya görüşü hakim oldu. 1800 lerden başlayıp, yüz yıl kadar. Ardından, öyle gelişmeler oldu ki. Ard arda. Bilimde. Teknolojide. Ne isim vereceklerini bilemediler. Uzay çağı mı desek? Yoksa bilgi çağı mı? Veya, belki de iletişim çağı olabilir mi? Ya da teknoloji çağı mı deseydik acaba?..
Ne denirse densin. Hiç biri tutmayacak. Öyle görünüyor. Çünkü paradigma değişti. Çağ’lar oyunu yeniden kuruluyor. Peki, biz nasıl bir çağdayız? Nasıl olacak ki; ne yaşıyorsak, nasıl hissediyorsak öyle bir çağdayız işte! Heryerde bir huzursuzluk hali var. Yok mu? Hatta bir küresel kıyamet hali. Kıyametin içinde miyiz? Yoksa eşiğinde miyiz? Daha çok, bir çöküş, bir kopuş eşiğinde gibiyiz. Bu çağ geçmişle bağını kopartan çağ. Bir insan hayatının sonları, o hayatın başlangıcından çok farklı. Hiç olmadığı kadar. Bir “kopuş çağı” bu. Dünyayı bilinen dünya olmaktan çıkaran çağ. İnsanı da insanlığından koparan çağ. İki buçuk asır önce insan doğadan kopmuştu. Ve o günden beri de başımıza gelmedik kalmadı! Şimdi de insan, insanlığından kopuyor. İnsan yeryüzünde, artık bir insan olarak yok. Yalnızca bir tüketici olarak var. Herşey ekonominin hizmetinde. Ekonominin tutsağı. Alışverişin ve çıkarların dayattığı bir dünyadayız. İki yüzlü bir ticaretin ahlak ve güvenlik kavramlarıyla biçimlenen bir irade altındayız.
Ortaçağda Tanrı herşeydi. Şimdi para herşey. Ortaçağda demir zincirler vardı. Şimdi sanal zincirler. Ve hiç de işgilleniyor gibi değiliz. Seyrediyoruz. Seyir rehavetindeyiz. Ortaçağda akıl korkuyla mühürlenmişti. İnsanlar korkularının tutsağı olmuşlardı. Şimdi de öyle. Ortaçağda gütmeden güdülmeden rahat duramayanlar vardı. Şimdi de öyle. Orta çağda akıl karaya oturmuştu. Şimdi de öyle. Ortaçağda insanlar, bilinçsizce, düşünmeden peşine takılıp güle oynaya giderlerdi, felaketin. Şimdi de öyle.
Ortaçağda gün, inandığını sananların günüydü. Şimdi ise aptalların. Kendi kendini yoketmenin başka bir ismi var mı? Yok! Gün aptalların günü. Çağ, aptallık çağı.
Yeni bir yıl daha farklı mı olacak? Hangi çağın yeni yılı bu?
Ortaçağın. Yeni ortaçağın.
Ne yazık! Kendisini akıllı zannedenlerin de aptalca davrandığı bir çağdayız. Çünkü, gerçekte akıl hakim olsaydı, insanlar bu çöküşü farkedip, birşeyler yapmak için harekete geçerdi.
BeğenBeğen