Aslında cevap aranması gereken soru şu: “ Hayat nasıl yaşanır?”. Başka bir deyişle “Yaşamayı biliyor muyuz?”. Eğer bu soruya cevap veremiyorsak, ötesi teferruat. Yaşamasak da olur. Belki de daha iyi olur! Çünkü buna yaşamak denmez. Sadece varoluruz. Ne dersiniz? ” Hayat nasıl yaşanır?”. Biliyor muyuz?
Okumaya devam et –>
Hiç sanmıyorum. Aslında bilgi çok. Bilgi fazlası Bile var. Çok şeyler öğretiliyor okullarda. Resmi olarak. Müfredata göre. Yani zorla: Dört işlem, yerçekimi kuvveti, fotosentez, türevler, kalıtım, normal dağılım, bilinçaltı, pi sayısı…..Tüm bunlar dünyayı ve hayatı anlamamızı da kolaylaştırıyordur şüphesiz. Ama ya hayatın kendisi! Onu öğreten yok. Hayatı yaşamak için, iyi yaşamak için öğretilen bir bilgi var mı? Zaman zaman bazı nasihatlar var belki. Ya da bazı öğütler. O da her söyleyenin kendi deneyimi kadar. Kendi yaşadıklarından çıkarabildikleri kadar. Ve kendi anlayabildiği kadar.
Ben ilk okuldayken, “ hayat bilgisi “ dersi vardı. O dersin başlığı ne zaman aklıma gelse, hep şu geçer aklımdan: hayat ile ilgili bir bilgi olmalı. Ama nerede? Zaman zaman, zihnim rahatladığında, bunun izini sürmeye çalışırım. Hayatın nasıl yaşanacağı ile ilgili yol gösteren bilgiler olmalı. Hayatı iyi bir şekilde yaşamanın basit gerçekleri olmalı. Basit bir merak bu. Ama karşıma hep büyük öğretiler çıkar. Bazılarını anlarım. Bazılarını tam kavrayamam. Ama, tüm bu düşünce yolculuğunun sonunda şunu farkettim: hayat basitti. Hayatın bilgisi de. Onu karmaşık hale getiren insanoğlunun kendisiydi. Bunu da ilerleme adına ama hırs ve açgözlülükle yapmıştı. Hayatı öylesine karmaşıklaştırmıştı ki, başlangıçtaki sade hayatın gerçeklerini unutmuştu. Sonunda geri dönülmez bir noktaya gelindiğinde ise, hayatı yaşamanın basit gerçekleri artık öğütülmüştü. Hatırlanmıyordu bile.
Gençlik yıllarını 1970 lerde yaşayanlar, bu basit ve sıcak hayatın izlerini, az da olsa, hissedebilen son kuşak oldu bence. Sonraki kuşaklar bu izleri ancak filmlerde görebilirler. Tüm filmlerin sesli çekilmeye başlandığı 1930 dan itibaren, 1940, 50 ve 60 lı yıllarda çekilen filmlere bir bakın. Hayatın nasıl değiştiğini farkedersiniz. Hayatın sahnesi olan doğal çevrenin nasıl bozulmuş olduğunu. Koruluktan konut’luğa. Çimenlikten otoparka. Anlarsınız insan ilişkilerinin nasıl dönüştüğünü. Dostluktan menfaate. Zariflikten kabalığa. İyilikten kötülüğe. Doğallıktan sahteliğe.
O yıllarda bile, hayatın sırları hala hayatın içindeydi. Tasarlanan hayatlarda değil. Parsellenen geleceklerde değil. Hayat hep hayatın içinde yaşanarak öğreniliyordu. Düşe kalka da olsa. Hayat buna fırsat veriyordu çünkü. Hayatı hissederek yaşama fırsatı yani. Hayatı yaşayarak anlama serbestliği. Özetle, hayat öğretmendi.
Ama bugün o öğretmen yok artık. Safdışı edildi. Onun yerini hazırlanmış paket çözümler aldı. Nasıl ki önceleri bir örtü serip, piknik yaptığın yerlerde şimdilerde alış veriş ve iş merkezleri yükselmişse; Aynı yerlerde, çayır çimen üzerinde koşuşturmak yerine, binaların koridorlarında, merdivenlerinde, dolanıyor, odalarında mağazalarında kafesleniyorsan; Hayatın içinde de senin için tasarlanmış paketler arasında dolaşıyorsun. Farketmemiş miydin? Ne sanmıştın? Ekonomi çarkının ürettiği paketler. Sağlık paketleri, eğitim paketleri, diyet paketleri, spor paketleri, tatil paketleri, tasarruf paketleri, eğlence paketleri, Sigorta paketleri, arkadaşlık paketleri, hediye paketleri… Her şey paketlerin içinde. Sen sadece seçiyorsun. Bir de, bunu pazarlamak zorunda kalanlar var. Reklamını hazırlamak zorunda kalanlar var. Bir de bunları anlatıp satanlar var. Koçlar var. Yaşam koçları. Gencecik. Yaşamamış ama yaşam koçu.
Çayırdan bir yabani çiçek koparıp, hediye diye veremiyorsun artık. Çayır çimen yok. Yabani çiçek yok. Çiçeği isteyen de yok! Ama , sana hangi çiçeği, nereden alıp, kime, ne zaman ve nasıl vermen gerektiği konusunda akıl verenler çok! Akıl hocaları.Koçlar! Tüm bunlara “iş” diyorlar. Sorsan, sana faydalı olmak için. Aslında hayatlarını kazanmak için. Bir şekilde.
Hayatlar paketlendi artık. Bizlerin hayatı başkalarının işi oldu!
Yaşadığımız şey hayat değil! Aktığını sandığımız zamanı yaşanan hayat sanıyoruz. Hepsi bu! İrlandalı edebiyatçı ve yazar Oscar Wilde bunu, bir yüzyıl öncesinden farkedenlerden biriydi : “ Yaşamak, yeryüzünde en nadir rastIanan şeydir, insanIarın çoğu, yaInızca var oIuyorIar o kadar”. Peki varoluyoruz da ne yapıyoruz diyeceksiniz. Birşeyleri satınalıp duruyoruz. Tüketiyoruz yani. Tüketebilmek için de para kazanmaya çabalıyoruz. Hayatımızı kazanmaya. Her yaşta. Peki bu hayat değil mi?
Bunun cevabını da , çinli eğitimci ve yazar Tehyi Hsieh versin isterseniz : “Batı, doğuya hayatını “nasıl kazanacağını” öğretebilir; Ama, Batı, zamanla, “nasıl yaşanacağını” Doğu’ nun ona göstermesini isteme durumunda olacaktır”
Bizim gözümüz batıda, gönlümüz doğuda. Hayat nasıl yaşanır? Bunun sırrı bizde. Arayalım onu.