“… olamaz! İnsanlar kendi kendilerinin aleti oldular! ” / Henry David Thoreau (1817 – 1862)
Teknoloji ile pek aram yoktur. Sadece kullanırım. O da ihtiyaç olduğunda. Ve ihtiyacım kadar. Onun beni kullanmasını da. Elimden geldiğince engellerim. Bu hayatta bir çok şeyi merak ederim. Ama konu bir teknoloji ise. Hiç de ilgimi çekmez. Bir uçağı havada tutan. Fizik kurallarını merak ederim. Ama uçağın kendisini önemsemem. İster bir araba. İster bir bilgisayar. Bir tablet. Bir telefon olsun. Hiç farketmez! Gerekirse kullanırım. Ama kurcalamam. Yaradılışım böyle! Bugünden bakınca. Evet doğrudur. Çoğu insan için. Biraz eski kafalıyım!
Günümüzde. Kağıt belgeler artık. Bilgisayarlarda arşivleniyor. Aklınıza gelebilen her şey. Kağıtlar üzerindeki her şey. Ekranlara taşınıyor. Mesela Brittanica ansiklopedisi … Yani durum şu. Brittanica ansiklopedisindeki tüm maddeleri. Yanında taşıyabilirsin. 24 cilt eseri. Telefondan. Bilgisayardan okuyabilirsin…. Tabii artık. Bir ansiklopedi hala okunuyorsa. Hatta. Birileri. Ansiklopedi nedir biliyorsa… Ansiklopedideki bilgilere ihtiyaç duyuyor ise… Hadi biraz daha ezelim! O birileri. Bilgi nedir farkındaysa…. Burası yeni Türkiye ya!
Bu ülkede. En çok emek verilen. En kapsamlı ansiklopedilerden biri de. “Meydan Larus” dur… Bunun tabii ki. “Rus” ile bir ilgisi yok. Larousse. 1860 larda. Ansiklopedi tarihinde. Yeni bir devir açan. Fransız bir başöğretmenin. “Pierre Larousse” un soyadı… Her neyse! Şimdi sorun bana.” Meydan Larus” u telefondan okur musun diye.. Cevap vermeyeyim. Bana eski kafalı deyip. Nedenini sorgulamassınız bile! İyisi mi. Ben size. Larus’ larla olan hikayemi anlatayım..
Meydan Larus benim kitaplığımda mevcut. Hem de baş köşede. 12 cilt. Kalın, sert siyah kapaklı. Bana ciddi ciddi bakarlar. “Biz hep buradayız. Yardıma hazırız!” derler. Ben de onları. İhtiyacım olsa da olmasa da. Zaman zaman ziyaret ederim. İlk Larus’ umu. Lisede iken kullanırdım. “Petit Larousse”. Sanırım bir doğum günümdü. Mahalle arkadaşlarım hediye etmişti. Fransız dilinde eğitim gördüğümden… Önce bunu bir düşünün. Hediyeyi verenleri düşünün! Bir yakınım. Bir akrabam. Bir büyüğüm değil! Onlar. Arsalarda. Beraber top oynadığım. Kırlarda. Birlikte kuzukulağı topladığım. Sokak aralarında yan yana koşuşturup terlediğim. Mahalle arkadaşlarım! Ayrıca da. Hediyeyi düşünün! Bir tüketim malzemesi. Bir oyun aracı değil. Bir Larus verdiler! Mesela bir gitar vermis olsalardı. Belki de. Önümde. Bir müzik yolu açılır. Bir gitarist olurdum. Ama değil! Onlar. Evrensel bir Larus. Bir bilgi demeti verdiler bana. Bunları düşünüp. Bugünlerden bakınca. Ne de tuhaf değil mi?.. İşte. Eski Türkiyenin eski mahallesi. Eski arkadaşları. Böyle bir yer!
Gelelim “Meydan Larousse” ’ a. Ben o ansiklopediyi. İnternetten sipariş verip getirtmemiştim. Zaten. Ne interneti! Daha, dört işlem yapan. Hesap makinaları bile yoktu. Ben o larus’u gidip bir kitapçıdan da almamıştım…. Ki bu ansiklopedi 12 cilt. Ve herbiri. Ortalama biner sayfa. O Larus. İnanır mısınız! Tek tek. Neredeyse sayfa sayfa geldi. Beyaz bir kağıt üzerinde. İnce puntolu yazılar. Küçük şemalar. Renkli resimler. Haritalar. Fotoğraflar… O gün için “her şey”! Bu gün için de, bir çok şey!.. Sabırla beklerdim. Beklerdim çünkü. Bir gazetenin eki olarak. Fasikül fasikül. Sanırım haftada bir gelirdi.. Gazeteci Nuri. Bizim için ayırıp. Bir kenara koyar. Biz de alıp eve getirirdik. Yüzlerce fasikül birikirdi. Sonra. Cilt kapakları verilince de. Ciltçiye gidip ciltlenir. Bir köşede yerini alırdı….
Anladınız değil mi! Bu bir emek. Bu bir sabır. Bu bir düzen… Bu yani. Bir “hazırlop”. Kitaplık süsü değil! Koyulup unutulan. Ellenmediğinden tozlanan. Arada bir tozu alınan. Bir eşya değil o!.. Sanırım bu yıllar süren bir emekti. En çok da annemin çabası. Gayreti. Kararlılığı… Bugün hala. Ne zaman ciltlerden birini elime alsam. Sayfalarda dolaşıp. Maddelerden birini seçip. Okumaya başlasam. Sanki annem konuşuyor. Annem anlatıyormuş gibi. Bir duyguya kapılırım..Çünkü bilirim ki. Onun ellerinin değmediği bir fasikül yok! Ve sesi kulaklarımda çınlar: “Bak Haluk. Bu fasikülde İstanbul boğazının nasıl oluştuğu yazıyor! Gördün mü?…” Gazeteler sonralarda. Eklerindeki kuponlarla. Tabak çanak . Çatal kaşık da verir oldular. Ama. Bir gazetenin ekinde. Bir ansiklopedi fasikülleri vermesi… Düşünün o zamanları! Eski Türkiye bu işte!
Bir ansiklopediyi. Elinize alıp. Bir bilgiyi ararsanız. Tek bir parmak dokunuşu ile. Tık deyince karşınıza çıkmıyor tabii. Harfin yer aldığı cildi bulursunuz. O ağır cildi. Masanın üstüne koyar.. İlgili sayfaya ulaşmaya çalışırsınız. Bir ansiklopedinin sayfaları kolay kolay dönmez. Sayfa demetlerini. Biraz da deneme yanılma ile çevirip. İlgili maddeye. Aradığınız bilgiye ulaşmaya çalışırsınız. Bazan biraz ilerisi. Bazan biraz gerisi derken. Satırlarda dolanıp. Nihayet. Aradığınızı bulursunuz. İşte bulduğunuz o an! Bu bir sevinçtir. Kelimeleri yudum yudum içersiniz. Her damlası değerli. Çünkü. Daldan dala atlayacağınız. Bir bilgi çöplüğü yok. Orada ne varsa o. Hepsi o!..
Sayfaları çevirirken. Rastlarsınız. Kağıt üzerinde. Bir kahve lekesine. Bir çay damlasına. Kağıtlar arasına sıkışmış. Bir akasya yaprağına. Kurumuş bir papatyaya. Kimi zaman. Sayfada. Kenar boşluklarında. Kısa kısa notlara. Belki de. Hafif yırtılmış. Büzülmüş, kıvrık bir sayfaya. Rastlarsınız…. Nedir bunlar? Üzerlerine. Tarih konmamış olsalar da. Bunların herbiri. Bir zaman dilimini. Geçmişte kalmış. Bir yaşanmış anı hatırlatır. Hayal meyal. Renkler. Sesler. Şekiller geçer. Gözlerinizin önünden… Buralardan oralara. Oralardan ötelere. Sürüklenir. Savrulursunuz. Bir mekanı duyumsar. Birilerini hissedersiniz. Beyninizde. Kalbinizde….Ve ısınırsınız.
Kağıt ekrana benzemez. Ekran beni üşütür!
Kağıt sıcaktır. Kağıt ısıtır. Kağıt beni. Yaşatır…
Kaleminize sağlık hocam, ansiklopedi sevdası başkaydi. Ne güzel ifade etmişsiniz.
BeğenBeğen