
Dedi ki:… Öyle bir şey söyledi ki!.. Gerçekten. Kulaklarıma inanamadım! Dedi ki:… Nasıl söyleyeyim. Söylemeye dilim varmıyor!… Bunu söyleyen de. Kızıldereli SİU kabilesinin reisi değil! Hadi o söylese neyse. Söyleyen bir SİO. Bir şirketin en tepesindeki. Nasıl yazılıyordu!? CEO gibi değil mi? Evet! Söyleyen bir CEO! SİU değil SİO!
Bir şirketin. Yıllık değerlendirme toplantısındayız. Grubun CEO’ su konuşuyor. Bazı mesajlar vermeye çalışıyor. Aslında bilindik konuları tekrar edip. Biraz da uyutuyor. Ama. Lafı döndürüp dolaştırıp.. “Bak burası önemli haa!” noktasına getiriyor. Ehh! O zaten bir CEO! Herkes kımıldanıp. Kulak kabartıyor. Ve. Evet ve. SİO diyor ki: “… tabii ki bir ürünümüz olacak. Ürünü pazarlayıp satacağız. Tabii ki. Ürünü de kaliteli yapacağız… Ama bunlar çok da önemli değil! Esas önemli olan. Esas başarı getirip. Para kazandıran. Nedir bilir misiniz?…” dediği an. Salon uyanıp. Şöyle bir dalgalanıyor. “ Bak burası önemli!” duruşuna geçiyorlar….
CEO diyor ki: “… hepsinden önce bir hikayeniz olsun! “
“Hikaye!” Önemli olan. Her şeyden önce gelen. Hikayeymiş. CEO’ nun söylediği bu!.. Bu sözcüğü duyunca. Önce yadırgadım. “Gele gele aklına bu mu geldi!” diye. Küçümsedim. Sonra. Sözünün arkasını dolduramayınca. “Duymuş bir yerlerden. Yenilik niyetine sıralıyor” diye düşündüm. Ama sonraları. Aklıma takıldı. Biraz gözlem yapıp. Kafa yorunca da. Şunu farkettim. Neredeyse herkes. En azından çoğunluk. Bir hikaye peşinde. Ürünlerde. Hizmetlerde. Reklamlarda. Şirketlerde. Kurumlarda… Düşüncelerden. Sözlerden. Davranışlardan. Kılık kıyafetten. Binalardan. Arabalardan. Evlerden. Eşyalardan… Heryerden “hikaye” akıyor….
Gerçekler uçup gitmiş! Her yer buram buram hikaye kokuyor! Nerdeyse herkes ve nerdeyse herşeyle. Herkese. Hikaye yazıp. Gösteriş yapıyor! O güzelim “hikaye”. Çehov’un. Abasıyanık’ın. Maupassant’ ın. Sabahattin Ali’nin. O’Henry nin. Hayatın içinden gelen. Hayatı anlatan hikayeleri. Gitmiş. Ki ne gitmiş! Adı hikaye ama. Hayattan kopuk. Gerçeklerden uzak. Yapmacık. Başka bir “Mhikaye” gelmiş. Bu güzelim sözcük. “Hikaye”. Orta malı olmuş! Kirlenmiş!…
Bu nasıl oluyor?…
Oluyor işte! Mesela iş dünyasında. Diyelim ki bir SİO nun. Bir şirketi. Karar almış. Elektrikli süpürge üretip satacak. Bunun için ilk iş ne olacak? Bu durumda. Tabii ki. Oturup bir hikaye yazmak olacak. Bu arada birileri de. Süpürgeyi tasarlamaya çalışır nasıl olsa. O iş kolay.. Oturacaklar masaya. Yazacaklar bir mhikaye! Denecek ki mesela. “…bakın, bu süpürgenin atası “uçan süpürge” dir. Siyah pelerinli, sivri şapkalı cadıların. Üzerine binip uçtuğu süpürge var ya! İşte o! Ama bizim süpürgenin üzerine cadılar değil. Melekler biner. Bizim elektrikli süpürgeyi kullananlar da. Birer melektir.(Müşteri dalkavukluğu
) Ve onlar uçmazlar ama. Uçar gibi dans ederek süpürürler. Bilim insanı Antropolog Robin Skelton. Yazmıştır bunu. Bu bir ‘süpürge sopası dansı’ ”…
Devam edelim hikayeye…
“İsterseniz de. Geceleyin. Bizim süpürgeyi bırakın. Temizlemek istediğiniz yere. Siz uyurken. O sadece. Kirleri çöpleri tozları almakla kalmaz. Hem de “manevi” temizlik yapar.. Tarihte yazılı bu. Anton Martin Delrio. 1599 tarihli. Cadılar hakkındaki detaylı çalışması Disquisitionum Magicarum Libri Sex‘te. Yazmıştır bunu. Delrio der ki. Her süpürme olayı. “Cadıların şabatı” yani “gece buluşması” gibidir. Bu sebeple. Her süpürmede. bir nevi manevi temizlik (Müşteri kapanı)
de yapılır. Süpürülen yer her tür kötü ruhlardan temizlenmiş olur”…
Hikayeye biraz daha devam…
“ Ayrıca. Şunu da söyleyelim. Cadıların kadın olduğu düşünülmesine rağmen. Süpürge ya da sopaya bindiğini itiraf eden ilk cadı bir erkekti: Guillaume Edelin. Edelin, Paris yakınlarındaki Saint-Germain-en-Laye’den bir rahipti. Kutsal biriydi. Yani. Hanımlara sesleniyoruz. Erkekler de bu süpürgeyi kullanmadan duramaz. (Müşteri avı)
Ve bunu kullanan erkekler kutsal olur……..”
Yetmez mi? Fazla bile!.. Ne dersiniz! Nasıl hikaye ama!
Hikaye mi hikaye! Tarihte var mı var! Belgesi yazılı mı yazılı! Ama sorun şu ki. Sayın SİO… SİO diyorsam da. Siz bunu “İş Dünyası” olarak anlayın.. Evet sayın SİO. Sen sevdin bu hikayeyi ama. Bu senin hikayen değil. Bu bir yakıştırma. Bu bir kurmaca.. Gerçek değil. Hikaye senin değil. Sen de orada değilsin! Uydurdun işte…
Demem şu ki. Şirketin SİO’ su. Kabilenin bir SİU’ su kadar olamadı. İş çıkarları uğruna. Hakikatleri sildi! Bilmiyor ki. SİU ‘ ların isimleri bile. Doğa gerçeklerinden alınırdı. Kartal pençesi. Oturan Boğa. Çılgın At. Sabah Yeli. Batan Ay… Ve her ismin ardında. Yaşanmış. Gerçek bir hikaye olurdu… “Oturan boğa”. Hunkpapa Sioux kabilesinden. ünlü Kızılderili lideri. İsminin anlamı. Baskıya boyun eğmeyen, baskılara karşı oturarak ayak direyen boğa demekti. “Çılgın At”. O bir Lakota. Sioux’ lara üye kabileden. Daha çocuk yaşlarda atletik yapısı cesareti ve atları kullanmaktaki mahareti dikkat çekmişti. 16 yaşında ilk savaşına katıldı… Bu isimlerin köklerinde. Uzun bir hikaye var. Yaşanmış. Gerçek. Ve onurlu hikayeler.
Sonu gelmeyen CV hikayeleri değil!
Devamı gelecek –>
İzleyen Yazı: Hikaye 2 –