Hippilik. Bu bir özlemdi… Bay X’ in bedeninden kurtulan ruh. Bir beyaz kuş olmuş. Kutuda terkedilmiş olan. Bir hayali. Bir özlemi. Kutudan çıkarıyordu… Kompleksin çatısından. Bedenini boşluğa bıraktığı o an. Bay X’ in içindeki. Büyük bir çelişki de. Çözülüyordu… Ne çelişki ama! Bir yanda. Ait olmak için. Hayat boyu hazırlandığı. Kutu yaşamı. Ardından. Kutuda yaşama zorunluluğu. Ama sonrasında. Her kutu gününde. Her kutu deneyiminde. Kutu dünyasından biraz daha uzaklaşıp. İçinin derinliklerinde. Bilinçaltının kuytuluklarında. Kutu dışı bir hayatı besleme. Büyütme…
Devamını okuyunuz>>
Yani. Hem kutuda olmak. Kutu’ca yaşamak. Kutu’ca davranışlarla örtünmek. Günün tüm anlarını. Kutu’ dan ilişkilerle yürütmek. Öte taraftan da. Günden. Ve iş’ ten. Sıyrılabildiği anlarda da. Eğer ki sıyrılabiliyorsa! Hippi’ ce özlemler. Yani. İçinde bir hippi yaşatmak. Gün gelip de. Şartlar doğar da. O hippi serbest kalır diye… Bu olmadı işte. Hiç bir zaman olamadı. İçine. Bilinç altına itilmiş. Hayallerine hapsolmuş hippi. Onu hep zorladı. İçten içten. Hep sarstı. O hayal. Hep dışarı çıkmak istedi… Aslında. Bilinç de onu hep çağırdı. Daha anne karnında iken kaydedilmeye başlanan duyular. İlk çocukluk yıllarındaki deneyimlemeler. Bilinçte bir yer aradı hep. Ama. Kutunun. O mekanik kültürü içine girince bir kez. Günlük yaşamın telaşla örülmüş dokusuna. Bilinci uyuşturan. Zihinleri teslim alan. İş ve sorumluluk örgüsüne. Sızıp süzülüp. Bir varolma anı. Yakalayamadı… Olamazdı da! Çünkü…
Sınırların konulmadığı. Sevgiyle yoğrulan bir yaşamın mutluluk getireceğine inanan biri. Bir hippi özlemi. Böyle bir cam kutunun içinde. Yaşayabilir miydi? Hiçbir şeye ait olmamayı hayatının özü yapan biri. Bir hippi. Nasıl çalışabilirdi böyle bir kutuda? Bir bakıma pasif direniş içinde olan. Gidebildiğin kadar gitmek. Ve. Sınırsızca yaşayabildiğin kadar yaşama felsefesini taşıyan biri. Bir hippi. Camdan bir kafeste yaşamaya nasıl dayanabilirdi? Olamazdı. Olmadı. Ama şimdi. Bedenden sıyrılan ruh. Bilinçaltına sığınmış. O hippi özlemini. Kompleksten çıkartıyordu..
Yerden. Tek gözüyle süzdü hippiyi. Omuzunda bir gitar asılı. Gençliğinde, kendisinin de olduğu gibi. Saçları uzun. Dalgalı. Hiç tarak değmemiş. Gençliğindeki kendi saçları gibi. Üzerinde. Çiçekli bir gömlek. Renk renk. Bol paça pantalon. Gençliğinde giydikleri gibi. Tanıyor muydu bu hippiyi? Yüzünü seçmeye çalıştı. Saç telleri yüzüne dökülmüştü. Sadece gözlerindeki yuvarlak tel gözlüğü farkedebildi. Ama o kadar. Yüzünü göremedi. Bir hippi. Elinde bir pankartla. Zihnini zorladı. Tanıyordu onu. Tanıyor olmalıydı. Kimdi? Yoksa kendisi miydi? Altmışlı yılların. Fransız hippi şarkıcısı. Antoine’ a da benzemiyor değildi! Oh Yeah! Şarkısıyla sembol olan… O zamanlar. Şarkılar bir “Derin felsefe” idi. Şimdi ise”Boş aksiyon” diye sayıkladı, Bay X… Antoine’ ın. Şarkıda. Yargıca verdiği. “Eğer seviyorsan; Her zaman yirmi yaşındasın” cevabını hiç mi hiç unutmuyordu.
Pankarta ilişti gözü. Göremedi! “Ne yazılabilirdi ki!” diye geçti aklından. “tek yol devrim” mi? “Savaşma seviş” mi? “ Faşizme geçit yok” mu ? “Emek en yüce değerdir” mi? “İşçi köylü elele” mi? “Toprak işleyenin, su kullananın” mı? “İş, ekmek, özgürlük” mü?… Bay X in aklından hızla geçiverenler. Bazıları. Bunlardı. “Bunların hepsi masal olmamış mıydı?” diye sordu kendi kendine. “Bunlar masal olmasa. Dünya böyle mi olurdu?”..
Hippilik. Ve hippilik yılları. İş işten geçmiş gibi görünsede. İnsanlığın. İnsanlığa verdiği son uyarıydı. İyilik hakim olsun diye. Son fırsattı. Son çıkıştı. Yeniden insanlık için.
Ama olamadı. O yılların iyimserliği, coşkusu ve deneyselliği. Sonradan yerini. Her şeyin mekanikleştirilmeye çalışıldığı. Sözüm ona “ilerici”. Ama aslında. “Gerici” bir döneme bıraktı. Hippilik deyip. Mülkiyetsizlik ve serbestlik değerleri merkeze koyulurken. Bir de baktık ki. Para, hayatı esir almış. Yani maddiyat ve tutsaklık… Bu ne demektir bilir misiniz? Bu kendi hayatını yaşayamamak demektir. Başkalarının. Senin için istediği hayatı yaşamak zorunda kalmak demektir. Bugün gelinen nokta. Yani. Kompleks hayatı. Kutu yaşamı. O camla donanmış. Teknikle kurgulanmış. O büyük büyük betonlar. Tutsaklığın zirvesidir. Bunun için. Bileklerimizde pranganın olması gerekmiyor. Zincirler. Bize dayatılan algılarda. Bu algıları yaratmak için. Elimize verilen. Karşımıza koyulan aletlerde. Ve sanıyormuyuz ki. Bu kendiliğinden oldu. Yarım asır öncesindeki son çığlığı da söndürenler. Bastıranlar. Bu algıları kurguladı. Bir daha kimse çığlık atmasın. Ses çıkarmasın. Bir daha kimse. Dünyayı geri istemesin diye…Ve dünya elimizden kaydı..
Gözü. Tekrar pankarta ilişti. Bay X’ in. Bu kez gördü. Okuyabildi yazılanları. “Sürdürülebilir binada. Sürdürülemeyen insanlık.” Ne denebilir ki! İnsanı eşyalaştıran bir düzen! Eşyanın insanı ezdiği bir düzen! İnsanı, maddenin insafına terkeden bir düzen. Tüm bunları da. Bir marifetmiş gibi sunan bir düzen!
Devamı gelecek >>
Önceki yazı: Kutu 11 – Çiçek çocuklar
İzleyen yazı: Kutu 13 –