Konu bu! Çarklar dönmeli. Öyle söyleniyor. Böyle sunuluyor. Ticaret çarkı dönmeli. Adeta beynimize kazınıyor. Bunu yapmak zorundalar. Çünkü biliyorlar ki. Çarklar dönmez ise. Oyunları sona erer. Çarkların dönüp dönmemesi ise. Farkında değiliz ama. Bizim elimizde. Tüketicilerin! Kullanıcıların! Biz alırsak çark döner. Almazsak dönmez. Hepsi bu kadar basit.
Okumaya devam ediniz >>
Bilelim ki. Gün gelir de. Hep birlikte. Mesela. Hiç ayakkabı almazsak. Ayakkabı firmaları yok olur. O zaman. Yeniden soralım. “Alışveriş yaşatır” diye. Afişler asılmış. Reklam panolarına. Şehrin her yerine. Kocaman kocaman harflerle yazılmış. Soralım o zaman. “Kimi yaşatır?” diye. Görünce. Okuyunca o reklam panosunu. Sanıyorsun ki tüketiciyi. Malı alanı. Kullanmak isteyeni yaşatır. Hiç de öyle değil!
Tam tersine. Alışveriş malı satanı yaşatır. Parayı kazananı. Ama. O var ya! Parayı kazanan. Hiç kendini göstermez. Hayalet gibidir. Adam Smith‘ in “Görünmez El” i odur!. Bence, sözcüğün içinde bile yoktur O. Sözcük ne? Alış – Veriş. Sen. Tüketici. Sen. Müşteri. Malı sen alıyorsun. Alışı yapan sensin. Parayı kim veriyor? Sen veriyorsun. Yani. Verişi yapan da sensin. Satıcı ortada yok gördün mü? Alışveriş senin işin. Senin iraden. Halbuki kazanan o. Kazanç onda. Kar orada. O seni yaşatmıyor. Onu yaşatan sensin! Bunu hep hatırla!
Gerçek anlamda alışveriş’ e gelince. Bu, ancak ve yalnızca “trampa” döneminde vardı. Diyelim ki. Senin zeytin ağaçların var. Arkadaşının da üzüm bağları. Sen ona 1 kg zeytin verip. Karşılığında 3 kg üzüm alıyorsun. Yani malını malla değiştiriyorsun. Biliyorum. Şimdi bana “geri düşünceli” diyenler çıkacak. Desinler! Biliyorum ki! Mal değiş tokuşu yapan iki kişi. Kendi aralarında. Bir değer eşitliği üzerinde anlaşmış olurlardı. Yani. Bu ticarette bir “adalet” vardı. Bu ticarette. Alanın da verenin de rızası vardı. Bu ticarette zorlama yoktu. Gönüllülük vardı. Bu ticarette bir aracı zinciri de yoktu. Şimdi de bana “amma geri kafalı” diyecekler. Desinler! Ben de o zaman. Tüm bunu söyleyenlere. Karl Marx’ ın “artı değer” açıklamasıyla cevap veririm. Olur biter!
Ama. Bugünün dünyasına dönüş yaparsak. Ticaretin hükmettiği bu dünyanın. Kendiliğinden olmadığını. Tasarlanmış olduğunu. Görmüyor muyuz? Her faaliyetin ticaret üzerine kurulduğunu. Ticaretin dayatıldığını. Koca bir hayatın. Alışveriş Merkezlerine tıkıştırıldığını. Görmüyor muyuz? Alışverişin bir hayat biçimi olduğunu. Ticaretin yaşama kurallarını belirlediğini. Bu sebeple. Ekonominin de. Bir tür din olduğunu. Ve nihayetinde. Tüketemeyenin insandan sayılmadığını. Anlamıyor muyuz? Hepimiz insanız. İsteklerimiz var. Arzularımız var. Tüm güzel duygularımızın alışveriş yapmaya. Zorlandığını farketmiyor muyuz?
Mesela ben. Bazı eşyaları görünce. Kamçılanır gibi oluyorum. İçimden bir ses. “Al onu..al onu” diyip duruyor. Yetmiyor. Adam Smith’ in “görünmez eli” gibi. Hani o. Cebimizden bir şeyler aşırıp duran bir el var ya! O el gibi. Bir “görünmez ses”. İçimden haykıran bir ses. “Şuraya böyle yakışır..Bununla şöyle iyi gider..” diye beynimi oyuyor. Beni tahrik edip duruyor… Tam da. Alışveriş okyanusundaki anafora kapılıp. Girdaba girecek iken. Tüketime teslim olacakken. Kendime iki soru soruyorum. Onlar benim kurtarıcım. Cankurtaran. Cansimidi. Onlara tutunuyorum. İki soru. Birincisi, “Bu bende var mı? ” İkincisi, “Bu bir ihtiyaç mı?” Ne kadar basit değil mi!
Biraz açayım..
Devamı gelecek >>
Önceki yazı : Yarım Elma 1 – Alışveriş Yaşatır
İzleyen yazı : Yarım Elma 3 – Binbir Mal Masalları