Hagop geldi

 

Ne işin var bre Hagop?” demek geldi içimden. Demedim! Diyemedim. “Arnavutköyle buluşmak için geldim” dedi. Köklerinin olduğu yerle…. Tam kırkbeş yıl sonra. Dile kolay. Kırkbeş uzun yıl. Nasıl söylerim şimdi. Ki Arnavutköy artık…. Nasıl dilim varır. Varmaz! Ortada yoktu. Ses yoktu. Haber yoktu. Geliverdi. Birdenbire. ” Ne demeye geldin Bre Hagop!“. Kaybetmiştik birbirimizi. Hayat savurur denir ya! Öyleydi durumumuz. “Bırak da öyle kalsın bre Hagop“. Ama geldi. Sonunda geldi. Ansızın.

Okumaya devam et –>

Ülkeye ayak basar basmaz. İlk iş Arnavutköye gelmiş. Aklında kalan Arnavutköye yani. 1970 lerin başında terkettiği yere. Hatırlarım, onu uğurladığım günü. Ailesi ve akrabalarıyla birlikte. Tektim. Arkadaşı olarak. Çok iyi hatırlarım. Havaalanının yerini bile bilmiyordum o zamanlar. İlk gidişimdi. İlk gidiş ya! Sanki özel bir yere gider gibi de giyinmiştim. Takım elbise. Kravat. Anlarsınız.

Arnavutköye gelir gelmez. Önce. Benim büyüdüğüm evin kapısını çalmış. Çok iyi bildiği evin. Hagop, bizim evin bir çocuğuydu zaten. Tüm ailemi tanırdı. Ben de onun ailesini. Beni mahalleye salıverdikleri okul öncesi yaşlarda. “Mahalle arkadaşı” diye bildiğim ilk kişi Hagoptu. Çocuk yaşlarımız beraber geçti. Her anı. İlk gençlik yıllarımız da.

Baba evimizin kapısını çalmış. Baba ocağının. Açan yok. Sokakta oturan birine sormuş. “Haluk burada mı?” diye. Bilen yok. Tanıyan yok. Sonra başlamış dolaşmaya. Sokaklarda. Rastladıklarına sormuş. Önce, “arnavutköylü müsün?” diye. Cevap “Evet”. “ Haluğu, Tayfunu, Erkini ..tanıyor musun? Neredeler?” Önce sessizlik. Ardından, hep aynı cevap: “Hayır! Onlar da kim” Bir an. Tuhaf gelmedi dersem yalan olur. Kendi kendime sordum: “ Bu cevabı verenler arnavutköylüyse. Ve beni tanımıyorlarsa. Ben nereliydim acaba? “ Sonra. Farkediverdim. Ben buralıydım. Arnavutköylü. Tam da böyle hissediyordum. Ama burası benimle değildi artık. Benim arnavutköyüm değildi burası. Ben öyle sanıyordum ama… Anladım ki. Değildi. Acı duydum.

Hagop toprak arsanın bulunduğu yere gitmiş. Beyzbol oynadığımız. Yanlış okumadınız. Beyzbol dedim. Mahalle arasında beyzbol oynardık biz. Bazan da Hentbol. Yani el topu. Beyzbol hentbol kalmadı tabii. Arsa da yok artık. Orada bir spor kulübü var. Buna da şükür. Ya bir “bilmem ne” olsaydı. Anlıyorsunuz değil mi? Rum ilk okulu ile kilisenin arasında. Ne de yakışırdı yani! O arsada futbol da oynardık. Yani top oynardık. Top. Adı buydu. Futbol daha profesyonel olmamıştı. Yani futbolcu alınıp satılmazdı o zamanlar. Hepimiz sokak amatörleriydik. Yoldaki iki taşı kapar kale yapardık. Topun peşinde koşar dururduk.

O arsada kiralık bisikletler dururdu. Bisikletlerin başında da Coşkun abi. Bisikletleri kiralayan. Coşkun abi mahallenin önemlisiydi. Biz okul öncesi çocuklar için. Hiçbirimizin bisikleti yoktu. Ama Coşkun abimiz vardı. Coşkun abinin de bir sürü bisikleti. Ben üç tekerlekli bisiklet kiralardım. Yeni yeni öğreniyordum çünkü. Coşkun abi çınar ağacının dibine kaykılırdı. Bilhassa da öğleden sonraları. Mahallenin bir parçasıydı o. Sanki para kazanmak için değil de… Sanki küçük çocukları memnun etmek için oradaydı. Bisikletlerle. Aileler de tanırdı Coşkun abiyi. Evde pişen yemeklerde daima bir payı olurdu onun.

Arsanın müdavimi çoktu. Limoncu Hasan mesela. Kara kuru. Kısa boylu. Kolunda bir hasır sepet. İçi limon dolu. Salına salına yürürdü. Daha doğrusu yalpalardı. Sokak sokak dolaşırdı. Limon satmak için. Yorulunca da, başını arsanın yanındaki sokak çeşmesinin altına sokar. Bir kendine gelir… Sonra da arsadaki büyük çınarın gölgesinde soluklanırdı.

Arsadaki çınarın yanıbaşında açılırdı karpuz sergisi. Babam karpuzu oradan alırdı. Neredeyse her akşam. Geçerken. Eve doğru giderken. Yerdeki karpuzlardan birini gözüne kestirir. Eğilir alır. Avuçlarının içiyle hafifçe vurur. Döndüre döndüre. Ve ciddi ciddi. Sanki karpuzu dinlerdi. İçine girmişte dolaşır gibiydi. Gerçekten ciddi. Hiç olmadığı kadar. Bazan bırakır. Yeniden bir başkasını alır. Sonunda : “Hah bu iyi işte “ derdi. Babam. Hagop’ un Rüknettin amcası.

Yani şunu demek istiyorum. Kırkbeş yıl sonra gelip de.. O arsayı yerinde bulamazsanız. Göremediğiniz sadece bir arsa değildir. O arsada yaşanan herşeydir. O arsada ayak izi olan herkestir. Hagop bunları aradı. Bulamadı.

Ne Asadur’ un kuru kahveci dükkanını. Caddenin üzerinde. Köşedeki. Ne de tam karşısındaki iskeleyi. Üzerinde istavrit, izmarit tuttuğumuz. Ellerimizle yaptığımız oltalarla. Hangi birisini saysam ki? Ne Niko’nun berber dükkanını. Ne de tam karşısındaki, İhsan’ ın büfesini. Ne durak arkası midye tavacıyı. Ne de Manol’ un “yok yok” olan küçücük dükkanını. Annem böyle derdi! ” ..hiçbir yerde bulamazsan Manola git! On da vardır. ” Annem. Hagop’un Rana teyzesi. Hangi birisini söylesem? Ertuğrul’un kasabını mı? Reşit’ in manavını mı? Yoksa, Rum gençlerin kültür binasını mı? Hiç birini bulamadı.. Ahşap evlerden sokaklara sızan rum müziğini de duyamadı. Ahşap kapılara asılan çirozların kokusunu da solumadı. Yuana’nın, Katina’nın, Sofula’nın gülüşmeleri çalındı mı acaba kulağına? Ya Anna’nın, Popi’nin, Tula’nın sokağa düşen gölgeleri. Hisseti mi onları?…

“Ne işin vardı da döndün bre Hagop?

Güzel güzel yaşıyordum. Arnavutköydeyim sanıyordum. Uyandırdın.

Hagop geldi. Ama Arnavutköyle buluşamadı.

Arnavutköy çoktan gitmişti. Onu beklemeden…

 

 

Hagop geldi” üzerine bir yorum

  1. Ama iyi etmiş de gelmiş, buluşmuşsunuz, kucaklaşmışsınız, eski günlari anmışsınız. Çalabildiğine göre sizin evin kapısı değişmemiş, çok sevdim Hagop’u.

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s