“Gerçek soru ölümden sonra yaşamın var olup olmadığı değil, ölümden önce senin hayatta olup olmadığındır.” / Osho. (1931 – 1990). Hindistanlı mistik Guru.
Tam 25 asır önce. Bi düşünsenize. 25 yıl değil! İkibin beşyüz yıl önce Dünyanın iki farklı ucundan. Birbirinden habersiz. İki büyük filozof. Hem de birkaç sözcükle. Hayatı sürdürmenin ipuçlarını vermişler. Ama bugünleri yaşayınca. Anlıyoruz ki. Onları duymamışız. Onlara kulak vermemişiz! Ve o soru. Yüzlerce yıldır. Hep askıda kalmış: Bu dünyada nasıl yaşamalı?
Eğer niyetimiz. Bu soruya bir cevap aramaksa. Sanırım. Öncelikle hayatla. Hayatın kendisiyle bir bağ kurmak gerekir. Bu bağ kurulamaz ise. Bir yanda sen, kendin. Öte yanda dünya. Birbirinize bakar durur. Bir şeylerle oyalanıp. Bunu da yaşamak sanırsınız…. Hadi bu neyse! Bunun daha da kötüsü olabilir mi acaba?… Evet, bu da olabilir!
O iki filozofa kulak verecek olursak. Bana göre. Hayat ile bir bağ kurabilmenin. İki temel unsuru var. Kendini tanımak. Ve. Dünya halini anlamak.
Seni sen yapan. Uzun bir geçmişinden gelip. Seni oluşturan. Seni tüm diğerlerinden farklı kılan. Özünü tanıyamazsan. Ve kendine yabancı kalırsan. İnsanlık dünyasının kurup şekillendirdiği. Dönemsel yapay bir sele. Mesela bugünkü “gösterişçilik” akıntısına kapılır. Sürünün bir parçası olursun! Hayat ile bir bağ kuramazsın! Ama kurduğunu sanırsın… İşte! Kötünün kötüsü budur. Yaşadığını sanıp, yaşamamak! Bunun da farkında olamamak!
Bir kedi. Belki kendisini tanımıyor. Ama. Kendisi olarak kalıyor. Ve kendisi olarak yaşıyor! Ama sen. Kendinden uzaklaşıp. Kendinin dışına çıkıp. Sürüdeki birilerinden olup. Kendini yaşamıyorsun. Ama dedim ya! Zaten biri. Bunu yüzyıllar öncesinden. M.Ö. 400 lerde. Bizlere söylemiş. Ahlaki düşünce geleneğine öncülük eden. Antik yunan filozofu Sokrates, demiş ki: “Nosce te ipsum“. Felsefe biliminin temel taşı olarak. Delphi Tapınağının kapısında. Hala yazılı olan da budur; “ Kendin, kendini tanı“. Bu süreç. İnsanın, her insanın. Kendisi ile, önyargısız. Yani akılcı ve kendini kayırmadan. Hesaplaşmasıdır. Bu sebepledir ki. Sokrates: “Üzerinde kafa yorulmamış yaşam, yaşamaya değer değildir.” demiştir…
Bu, insan ile. Kendimiz ile ilgili bir konu. Bir de. İnsanlığın yarattığı. İçinde yaşadığımız. Dünya hali var.! Şimdi ona bakalım.
Lafı fazla uzatmadan diyebiliriz ki. Dünya düzeni karmakarışık. Dünyanın insanlık İklimi ise kötümü kötü. Özeti bu! Bu da bizlere. Yüzyıllar önce söylenmiş… Çin uygarlığının en önemli temsilcisinden. MÖ.500 lerde yaşamış Kongzi. Bilinen adıyla çinli filozof Konfüçyus. O demiş ki: “Hayat gerçekten basit, ama biz onu karmaşık hale getirmekte ısrar ediyoruz”
Evet aslında. Sahiden. Hayat basit! İnsan dışındaki tüm canlılar için. Hayat basit. Kuşlar, tilkiler, balıklar için hayat basit.. Onlar. Kendi tarzlarında bir hayatı yaşıyorlar. Beni tüm bu düşüncelere sürükleyen. Etrafımda dolanan. O kedi için de hayat basit. Bunu daha en başta hissetmiş. Ve kedinin hayatı ile. Kendi hayatımı karşılaştırmaya başlayıp. Düşünmeye başlamıştım… Ve sonunda farkettim ki. Sade bir şekilde yaşanacak bir hayatı. Karıştırıp duruyoruz. Karıştırmak ne kelime! Üstüne üstlük. En hafif bir deyimle. Kötüleştiriyoruz!.. Bir bakın etrafınıza!.. Laf çok! Eşya çok! Gürültü çok! Hareket çok!.. Herşey çok! Ve bir de. Bu çokluğu marifet sayanlar çok! Bu gösterişçi kalabalıktan rahatsız olan. Akıl ve ahlak ise. Uzaklaşıp. Bir yerlere sığındı herhalde…
Anlıyorum ki. Doğadaki tüm diğer canlılardan. Biz insanları farklı kılan. En temel unsur. Aslında tek unsur. Düşünmek… İnsan halinin tüm farklılıkları. Buradan başlıyor. Eğer düşünme gücü olmasaydı. İnsan denilen canlı da. Kendi tarzında. Tabiattaki diğer canlılar gibi. Benzer bir hayat sürdürecekti… Daha iyi olacaktı demiyorum. Belki ilkel ama doğal olacaktı.
Özeti şu. Doğaya bakarsak. O, tek bir canlıya, düşünme fırsatını verdi. O canlı ise. Yani insan. Bu fırsatı kötü yollarda kullandı. Şimdi soralım. İnsan denilen bu canlı. Çokça öğündüğü. Düşünme marifetine sahip oldu da. Düşündü de. Düşünme gücünü kullandı da. Nereye vardı?
İşin özüne. Esas olana bakarsak. Bir tarafta. Düşünerek ve düşündükçe. Varoluşuna anlam üstüne anlam yükleyerek. Kafaları karıştırdı. Öte tarafta da. Düşünerek. Sözde. Hayatı kolaylaştırdığını sanıp. Girişim üstüne girişim yaparak. Yaşamın, sade doğallığını bozdu. Bir yere kadar. Her ikisi de gerekebilirdi. Ama. Her ikisinin de ölçüsünü fazlasıyla kaçırdı!
Sanmayın ki. Düşünme gücünü reddediyorum. Tam tersine. “İnsana büyüklük veren düşüncedir” diyen. Fransız matematikçi, fizikçi, filozof ve yazar Pascal’ ın düşüncesine yürekten inanıyorum. Ama. “Düşünceler” eserini yazan. Düşünen Pascal’ ın. 39 yıllık hayatında. Düşünerek vardığı duygusunun. Şu ifadesini de. Göz ardı edemiyorum: “ İnsanları tanıdıkça köpeğimi daha çok seviyorum”…..
Soru hala askıda! Bu dünyada nasıl yaşanmalı?… Bunu da. Düşünerek çözebiliriz belki! İçimdeki çocuk. Uçurumun kenarındayken.
Ben de düşündüm!
Devamı gelecek >>
Önceki yazı: Yabancı 14 – Antika Bir Tahta
Gelecek yazı : Yabancı 16 –
