“İlim, ilim bilmektir. İlim, kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır.” YUNUS EMRE (1238 -1328) ( Türkçe şiirin öncüsü, Mutasavvıf ve Halk şairi)

Evet bugün. Bir zamanlar bizlere söylenmiş olan “Oku da adam ol!” sözlerini kullanamıyorum. Bugün. Okumanın amacına ve şekline bakınca derdim ki: “Oku da cahil ol!” Böyle derdim. Ama öte yandan. Okumamış. Okuyamamış. Ama adam olmuş öyle insanlara rastladım ki… İyi ki de rastlamışım!.. Onlar, tam da. Mustafa Kemal’ in tanımladığı insanlardı…Sanırım 1922 de. Bursada, bir öğretmenler toplantısında. Mustafa Kemal der ki….
“Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir.”
Okuyamamış ama hakikati görenler.. İTÜ de rastladım onlara. Mesela “Hasan Efendi!” İTÜ de asistan olduğumda. Takım tezgahları atölyesinin. Camlarla bölünmüş bir odasında oturuyordum. Hasan efendi, atölyenin temizlik vb işleri ile ilgilenirdi. Yaşı ilerlemiş, sakin hareket eden, zayıf bir adamdı. Zaman zaman, çaydanlıktan iki bardak çay doldurur. Yanıma gelir. Kemikli zayıf eller ile bardaklardan birini masamın üstüne koyar. “Haluk bey çok çalışıyorsun. Gel seninle biraz sohbet edelim. Dinlenirsin” deyip masanın yanındaki eğreti bir sandalyeye ilişirdi… Sonrasında. Bizim sohbet başlardı.. Ağır ağır konuşur. Hayatından söz ederdi. Sözleri, duyguları Anadolu kokardı. Köylerden, kasabalardan konuşurduk. Evliliklerden arkadaşlıklardan söz ederdik. Ben bir soru sorduğumda da. Her zaman bir açıklaması olurdu. Ve ben yeni bir hayat dersi almış olurdum. Sohbetler, Her seferinde bir saatten fazla sürer giderdi. Hasan efendi bir Anadolu filozofuydu.
Mesela “Hami Usta”! O da. Okumamış ama hakikati görenlerden biriydi bence. Hami usta atölyedeki tezgahların teknik işleri ile ilgilenirdi. İri yarı. Gür sesli bir insandı. Ben, tezgahlar üzerinde çalışıp, öğrenci deneyleri hazırlarken. Yanıma gelir, bir sohbet konusu açar. Hiç hissettirmeden, bana tezgahları anlatır, öğretirdi.. Arada, babacan bir tavırla. Bana doktora tezimin ilerlemesi ile ilgili sorular sorardı. Buna şaşırırdım! Ayrıca, Hami usta. Alışılmışın çok dışında bir şey de yaptı!. Heyecanla hazırlandığım. Tez savunma gününde. Bir de baktım. Arka sıralarda oturmuş. Benim doktora tez sınavımı izlemeye gelmişti. Asla unutamam bunu!… Hatta tezimi savunurken. Elini kaldırmış. Bana soru sormak istemiş. Ama, jüri üyeleri dışında bir kişinin soru sorması kurallara aykırı olduğundan soramamıştı…. Sonrasında da, bunun sohbetini yapmıştık onunla. Sanırım o daha çok. Köyden göç etmiş bir ailenin. İstanbul mahallelerindeki bir emekçi filozofdu.
Onlara filozof diyorum. Çünkü onlar okuyamamışlar. Ama, hayatın yollarında. Düşe kalka. Kendilerini yetiştirmiş. Kendi yollarını çizmiş. Hayatı anlamış. Düşünen. Soran. Sorgulayan. Merak eden. Fikir üretebilen insanlardı… Onlar, İTÜ’ nün insanlarıydı. Onlar olmasaydı. Tabii ki hayatımda boşluklar olacakdı. O boşluk nasıl, kimlerle dolardı. Bunu bilemem. Ama şunu biliyorum ki. Onların hayatımda olmaları. Bana iyi geldi.. Yıllar sonra. Onları hatırlayıp. Yeniden yaşattığım şu anlarda. Onların sözlerini hatırlayıp. Onların düşüncelerini tazelediğim şu satırlarda. Hasan efendi ve Hami usta. Onları andığım her an. Ve hala…. Bana iyi geliyorlar…
Devamı gelecek >>
Önceki Yazı: İTÜ 1 – İTÜ Hayatımda olmasaydı…
İzleyen Yazı: İTÜ 3 – Ayrı Dünyalar