“Esas trajedi bu: Bir kişinin kötü olmaya cesaret etmesi değil! Milyonlarca insanın iyi olmaya bir türlü cesaret edememesi!” (John Fowles / İngiliz roman ve deneme yazarı. 1926 -2005)
Diyelim ki. Bir muhtarsınız. Yani bir mahallede. Gücü olan bir idarecisiniz. Atanmış değil. Seçilmiş biri olduğunuzu. Kabul edelim. Yani. Mahalle arkanızda. Nasıl seçilmiş olduğunuzu ise. Şimdilik söz konusu etmeyelim!.. Mahalleye. Çocuklar için. Bir park yaptırmak istiyorsunuz. Ne güzel bir amaç değil mi? Güzel olmaz olur mu! Bir “iş” yapacaksınız! Yani mahallenize bir “hizmet” yapacaksınız. Hem de çocuklara. Ne güzel bir duygudur kimbilir! Mahallesine. Çocuklara hizmet etmek. Değil mi?.. Öyledir. Öyledir!
Tabii ki. Öncelikle. Çocuk Bahçesi yardım vakfı kuruyorsunuz. Adet bu ya! Kurmasın mı yani! Para nereden bulunacak? Tabii ki mahalleli vatandaştan!.. Sonra. Bir boş alan. Bir arsa buluyorsunuz. Hangi arsa? Neden bu arsa? Diye sormayalım. Yasal ayrıntılara da girmeyelim şimdilik… Arsa tamam! Sonra da bu işi yapacak birini buluyorsunuz. Kimdir bu? Neden o? Diye de sormayalım. Bunun . Sözleşme, ihale ayrıntılarına da girmeyelim şimdilik…Kişi de tamam! Sonra sıra işi yapmaya geliyor. İş başlıyor. İş yapılırken. Oradan geçen mahalleli. “Ne çalışkan bir muhtar!” diye düşünüyordur. Siz. Muhtar. Siz de bunu düşünmüşdünüz değil mi? Muhtar çalışıyor! Yaparsa muhtar yapar!..
Konu çocuklar için bahçe olduğundan. Yalnızca çiçekler. Ağaçlar değil. Salıncaklar. Tahtravalliler de alınıyor. Hatta. Dinozor, timsah, gergedan.. Maketleri bile var listede! Ne de sevimlidir şu dinozorlar. Değil mi? Tam çocuk işi! Nereden nasıl alındığını. Kaça alındığını. Şimdilik kurcalamayalım isterseniz. Suyu neden bulandıralım ki. Bırakalım da. Muhtar rahat rahat çalışsın… Aslında bu arada. Bahçe ile ilgisiz bir şeyler de. Gelip gitmiyor değil! Ama.. Neyse. Dokunmayalım bunlara.
Gün geliyor. İş bitiyor. Sıra açılışta. Eh işte! Belki de. Tüm bu işlerin . En güzel. En keyifli yanı. Tam da budur. Gerçi bakınca. Park. Tam da tamamlanmış. Gibi görünmüyor. Eksikleri var. Ama muhtar. Parkı açacağım diye tutturmuş diyorlar. Neyse bence. Bu inadı da sormayıp geçelim… Geçelim diyoruz ama. Duyuyoruz ki. Muhtar işi büyütmüş. Açılış törenini. Bir organizasyon şirketine vermis… Bu da nereden çıktı! Ne gerek vardı!… Hadi neyse takılmayalım buna da… Günler önceden. Tüm mahalleye asılan. Afişler. Pankartlar. İlanlar. Duyurular… Uzunca bir program. Tam bir gün süren bir “gösteri”(ş). Bir çocuk bahçesi için. Tüm bu şatafat nedir? diye sormayalım mı? Bence sormayalım. Daha ne istiyorsunuz! Muhtar çalışıyor işte. Mahalle eğlensin diye. Yaparsa muhtar yapar!
Ve açılış günü gelip çatıyor. Çocuklar gelmiş. Aileler gelmiş…Muhtar kürsüde! Konuşuyor da konuşuyor.. Sanki bugünü bekliyormuş gibi. Sanki. Bahçe açılışı için konuşmuyor da. Konuşmak için bahçeyi yaptırmış gibi. Bir de. Sanki halktan para toplanıp yapılmamış da. Kendi cebinden para çıkmış gibi konuşmaz mı? “Ben” diyip. “Kendim” diyip. “Benim…” diyip duruyor. Şimdi sormayalım mı? Neden doğru konuşmuyorsun? diye. Kızıyoruz ama haaa!.. Hadi sormayalım. Bu güzel günün tadını kaçırmayalım. Bırakalım konuşsun. Belli ki konuşmaktan tad alıyor!.. Aslında. Konuşuyor da sayılmaz ya.. Önündeki bir şeyden okuyor. Allah! Allah! O da ne ki?.. Kağıt mı?
Muhtar. Mahalleden biri. Küçük esnaf. Doğuştan esnaf. Daha çocukken. Kandil simidi satar. Mahalle kahvesinde çay dağıtırmış diyorlar… Muhtarlığa soyunduğunda. Küçük bir bakkalı vardı. Bir de küçük bir ailesi. O zamanlar şaşırmıştık. O kendi halindeki. O adam. Muhtar olmak için çok uğraşmıştı. Çook. Çook!.. Evden eve koşmuş. Sokak taşlarını aşındırmıştı.. Kimsenin aklına, “Neden, muhtar olmak için. Bu kadar uğraşıyorsun?“ diye sormak gelmemişti. Sahiden! Bunu neden düşünememiştik!
Keşke düşünseymişiz!
Günler gelip geçti… Çocuk bahçesinin yerinde. Şimdi. Onbir katlı bir bina var. Kaçakmış. Mahallenin en yüksek binası. Müteahidi bizim eski muhtar. Sahibi de bizim eski muhtar. O küçük bakkalını kapattı muhtar. Yerine. Büyükçe bir. Ne diyorlar ona? Süpermarket diyorlar galiba. Evet. Büyükçe bir supermarket açtı!.. Evini de değiştirdi. Bizim eski muhtar. Mahallenin sırtını dayadığı. Yeşil tepelerdeki. Bir evde. Ev demiyelim! Bir küçük “şatocuk” yaptırdı. Orada oturuyor. Söylenti o ki. Üç beş yardımcısı da varmış. Hanımı eskiden komşuların işlerine. Yardıma giderdi. Diyorlar ki. Şimdi. Onun da hizmetkarları varmış… Herkes konuşuyor. Bu nasıl oldu diye. Konuşurlar işte! Milletin ağzı torba değil ki! Torba gibi büzesin!..
Ne demişler. Yaparsa muhtar Yapar!
Neyse! Neler yaptı sormayalım.
Yaptı işte!