“Tutsak adamın bir tek efendisi vardır; Tutkulu adamın ise, çıkarlarına ulaşması için, kendisine yardım edenlerin sayısı kadar efendisi vardır.” La Bruyere (1649 – 1696)
Hayat yanından akıp geçerken. Sen durdun diye. Ve bekliyorsun diye. Başka bir hayat mı gelecek sanıyorsun! “Armut piş. Ağzıma düş!” Yok öyle bir şey! Hiç boşuna bekleme! Başka bir hayatın geleceği yok! Senin de. Başka bir hayata gideceğin yok! Hayat adına ne varsa. Hepsi burada. Hayat senin önünde. Hayat senin yanında. Sen de hayatın içindesin. Ne bekle! Ne de sürüklen! Yapacağın şu! Ya bir yol seç. Ya da bir yol aç. Ve ilerle!
Durum böyle olunca. Şimdi şunu da sorarsın belki. “Peki bu seçimleri neye göre yaparım?..” Bunu anlamak istiyorsan eğer. Yaptığın seçimleri düşünüp. Ben bu kitabı. Ben bu çiçeği. Ben bu sporu. Ben bu partiyi…. Neden seçtim? diye sorabilirsin… Hadi sor!
Ama önce dur. Sana bir kaç ipucu vereyim!
Bir seçim yaparken. En basit haliyle. Bir yanda ilgimiz, isteklerimiz var. Yani sevdiğimiz. Hoşlandığımız şeyler. İhtiyaç duyduğumuz. Beklentimiz olan şeyler var. Öte yanda da. Hayatın şartları var! Hayatın getirdiği. Sınırlar. Kısıtlar var. Ve nihayetinde. Her istediğimiz. Her ilgi duyduğumuz şeyleri seçemiyoruz. Yani. Biz bir tercih yapıyoruz da. Ama o tercihin gerçekleşmesi. Yalnızca bizim arzularımıza bağlı değil. Anlaştık mı?.. İşte tam da bu noktada. Bir yanılgı var. Seçmeyi özgürlük sanma. ”Ben istediğimi seçmekte özgürüm!” yanılgısı.
Halbuki hiç de öyle değil! Karşımıza çıkanları. Önümüze sunulanları. Seçmek ile özgür olunmuyor! Yanılgı şu ki. Bir şeyleri seçerken. Kendi iradesini kullandığını düşündüğünden. İnsan kendisini özgür hissedebiliyor. Bunu anlayabiliyorum. Ama! Evet ama. Kendisine sunulanların. Kendisinin seçmediğini unutuyor! Bu seçenekleri. Kendisinin karşısına. Hayatın çıkardığını farketmiyor! Bu konuda 17. yy. filozofu Spinoza şöyle der: Ey insanoğlu, “Hiçbir zaman özgür olmadınız; Ama bunu fark edemeyeceğiniz için özgür ve mutlusunuz”
Sonuç olarak. Seçenekler. Ne kadar çok ve çeşitli olursa olsun. Bizi yönlendiren. Sadece bizim irademiz değildir! Bizi yönlendiren. Bizim seçme kararımızı etkileyen. Zorunluluklardır. Yani sahip olunan imkanlar. Ve içinde bulunulan şartlardır. İmkanlar. Her zaman. Seçimlerimizi sınırlar. Ve şartlar. Her zaman. Seçimlerimizi yönlendirir. Yani geniş anlamda düşünürsek. “ayağı yorgana göre uzatmak…” “Aklı da şartlara göre devşirmek gerekir”.
Diyelim ki. Bir dergiyi karıştırırken rastladın. Eğer bir şeyler okuyorsan tabii. Ya da bir filmde gördün. Belki de birilerinden duydun. Bir şatoyu. Bir köşkü! Bir sarayı.. Çok da beğendin. Ve özendin! Bin odalı bir köşkte oturmak. Hayatını geçirmek istiyorsun. Bin odalı. Bir derebeyi şatosuna sahip olmak istiyorsun. Belki de. O şatoya oturunca. İtibar kazanıp. Bir derebeyi olacağını düşünüyorsun. Niyetin bu olsa da. Eğer imkanın. Paran yoksa buna sahip olamazsın. Yani böyle bir tercihin. Bir seçimin olamaz. “Parayı veren düdüğü çalar”.
Ama. Bir yol daha var! Bir köşkte. Bir şatoda yaşamayı. Kafana taktın ise. Ben şatodan başka bir yerde oturamam! Ben derebeyi olacağım! Diye tutturursan.. Bu tutku seni esir aldıysa eğer. Tabii bunun için. Başka kapılardan da girebilirsin. İmkanları yaratır. Şartları zorlayıp. “Parayı çalan düdüğü kapar” der. Şatoyu kurar. İçine sığınırsın.! Fransanın en büyük yazarı. Victor Hugo boşuna söylememiş: “… sefaletten çıkmak için, şerefsizliğe açılan kapı, kötü bir kapı olmalıydı.” diye… İşte öyle bir şey!..
Ama benden söylemesi! Hissediyor musun! Yine de özgür olamazsın. Bu kez de. Tutkunun esiri. Hırsının kölesi olursun. Farkediyorsun değil mi? Geçmişin seni bağlar. Korkuların. Seni zincirler! Sen o şatoda. Bir tutsak olursun!
Söylemedi deme!
Devamı gelecek >>
Önceki Yazı: Seçim 1 – Kapılar
İzleyen Yazı: Seçim 3 – Paranın Foyası