Tarih 2 – Ateş Ruhu

“Tarih bilmiyorsan dün doğmuşsun demektir.

Dün doğmuşsan insanlar sana istediği hikayeyi anlatabilir.

Howard Zinn (1922 – 2010)

Biliyorsunuz. Ormana gittik. 100 kg’ lık. Kuru bir ağaç kütüğünü aldık. Yaktık. Elimizde 3 kg kül kaldı. Ve merak ettik! Sorduk! “Ağacın geri kalanı. 97 kg ağaç nereye gitti?” Yok mu oldu?… Basitçe soru bu! Tarih boyunca. Çok sayıda düşünür. Bu soruya cevap aramış. Ve inanırmısınız. Cevap bulduğunu düşünenlerin. Neredeyse hiçbiri de. Bu ağacın. Kalan 97 kg’ ının. Yok olduğunu düşünmemiş. Peki nereye gitmiş bu ağaç?…

Eski Yunandan 1700 lere kadar. Bu 97 kg ağacın. “Flogiston” denilen. Ama ne olduğu bilinmeyen, gizemli bir madde olduğu düşünülürmüş. Yani. Bir madde yandığı zaman. Maddeden uzaklaşan bir ateş ruhu olduğu. Kabul edilirmiş. Sosyal hayattaki. Algı gibi bir durum. Gerçeğin. Ard arda konuşulup. Tekrar üstüne tekrar edilip. Eğilip büküldüğü. İçinin boşaltıldığı. Ve nihayetinde. Sözcüklerin. Gerçeklikten uzaklaşarak. Kül olduğu. Anlamın da. Bir duman gibi. Gerçeklikten uzaklaşıp. Kaybolduğu. Bir durum.

Ama işte. Lavoisier’ nin geliştirdiği. “Maddenin korunumu” kanunu ile. Yani bilimsel olarak. Anlaşıldı ki. 97 kg ağaç kaybolmamışdı. Ve flagiston denilen. Bir gizem de yoktu. Oradaki 97 kg. Duman olarak atmosfere salınmıştı. Yani. O ağacın kalanı. 97 kg dumana dönüşmüştü. Şimdi. “Bu kadar da çok duman olur mu?” derseniz eğer! O zaman. Hem cehalet. Hem de yoksulluk listelerinde. Son sıralarda bulunan. Gerçeklerin buhar olup. Kaybolduğu. Burkina Faso‘ ya bakıp. Bu kadar da çok algı senaryosu olur mu? diye sorabilirsiniz! İşte kütlenin ve de gerçeğin korunumu kanunu böyle bir şeydir!

Ben. Tabiatın bu büyük kuralının. Her ne kadar. Maddi dünya ile ilgili. Madde ve kütle deneylerinin bir sonucu olsa da. Sosyal hayatta. İnsanlar dünyasında da. Geçerli olduğunu düşünürüm. İnsan da. Her ne kadar. Kendisini yüceltip dursa da. Tabiatın bir parçası değil mi? Bu bakışla. Ben. Bir insan olarak. Ne zaman. Duygularımla mantığım arasında. Sıkışıp kalsam. Ne zaman. Aklımın yetersiz kaldığını. Hissetsem. Tabiatın kurallarına. Tabiattaki örneklere bakarım. Tabiattan ilham alırım. Tabiatın kılavuzluğuna başvurur. Tabiatın aklına danışırım.. O tabiat. Beni hiç yanıltmadı…. Çünkü bilirim ki. Tabiat. Bana oyun kurmaz. Algı oyunları yapmaz. Beni aldatmaz. Bana yalan söylemez. Tabiat. Ne ise o’ dur! Tabiata güvenirim. Zaten. İnsan nedir ki tabiat için. Milyonlarca canlının yaşadığı tabiat. O canlılardan biri olan insana. Aldırmaz bile! Nietzsche’ nin deyişi ile: “Doğa bize aldırmadığından, doğanın ortasında kendimizi öyle rahat hissederiz ki …”  Ben de öyle!

Hayatlarımıza. Biraz daha yakından bakabilirsek. Görürüz ki. Yaşamlar içindeki. Her şeyin. Her olayın. Her konunun. Bir geçmişi vardır.. Geçmişin gerçeklikleri. Evrile evrile. Dönüşe dönüşe. Bugüne gelir. Ve karşımıza çıkıverir. Biz de onu görürüz. Gördüğümüzü gerçeklik sanırız. Ama. Gerçek gördüğümüzde değil! “Gerçek geçmiştedir”. Karşılaştığımız. Gördüğümüz. Her ne olursa olsun. Hangi konuda olursa olsun. Eğer onun geçmişini bilmiyorsak. Bu ne demektir bilir misiniz? Bu. Dün doğmuşuz demektir. Dün doğmuş kadar safız. Dün doğmuş kadar bilgisiziz demektir.

Yani. Geçmişini bilmediğimiz bir çok konuda. Sadece o ana bakıp. Sadece görünene bakıp. Ne kadar dolu dolu laflar etsek de. Aslında. Yeni doğmuş bir bebek kadar “boş” uz! Çünkü. Her durumda. Her konuya. Tıpkı beş perdelik tiyatro oyununa. Üçüncü perdesinde girmek gibi. Arada gireriz. Bunun ilk sonucu da. Bizim konuyla ilgili bilgisizliğimizdir. Ama. Önemli bir diğer sonuç daha vardır. O da şudur. Böyle bir örtülü cehalet ortamında. İnsanlar dünyasında. Herkes herkese. Sana bana ona. Konuyla ilgili. İstediği hikayeyi anlatabilir. İstediği her şeyi. Gerçekmiş gibi  sunabilir. Yani. Gerçeği bilse de. Görse de. Gerçeği yaşayan. O olsa da. İşine gelmediğinden. Bu gerçeği eğip büküp. Altından girip. Üstünden çıkıp. Kurgulayıp. Uydurduğu. Bir hikayeyi. Gerçek diye sunabilir. Hele bazan. Öyle de. Güzel anlatır ki. Bizlere de. Ona hayran hayran bakıp. İnanmak kalır.

Mesela. Tabiata gidip. Ağacı yaktık ya! “Biri” de. Villaları için. Ormanı. Yakıp duruyor ya. Oralarda dolanan bir çoban. O  kül yığınlarına rastlasa. Ve merak edip. Kendi kendine sorsa. “ Bu da nedir?” diye. Gerçeği bulmak istiyorsa eğer. Geriye doğru. İz sürmesi gerekecektir. Başka bir yolu yok! Ama eğer. Bu yol yorucu gelirse. O zaman. İşin kolayına kaçıp. Kısa yoldan. Küllerin yanıbaşında oturan. Villasının derdinde olan. Adama sorabilir. “Bu küller de neyin nesi!” diye. Onun cevabı. “Ben bu ormanda. Tek başına bir insanım. Ben bu ormanın kahramanıyım! Hergün. Kağıtları. Plastikleri. Çöpleri topluyorum. Bu onların külü! Ben. Kendimi bu ormana adadım! … “gibisinden. Hamasi bir cevap olursa da. Ona inanacaktır…

Eğer geçmişin izini sürmez ise. Bu dünya halinde. Olacağı budur! Üstelik. Susup. Bu cevabı sorgulamazsa. O biri. Daha da ileri gidip. “… Evimi bıraktım. Ormana yerleştim. Para bile kullanmıyorum. Paralarımı da yaktım! Bu kül nedir sanıyorsun! Ben bu ormanı kurtarmak için. Savaş veriyorum…” diyebilir. Eğer. Gökyüzüne saçılıp. Havayı bulandıran. Dumanları görüp. Soracak olursa da. “ Bu iş kolay mı sanıyorsun! Beni engelliyorlar! Zorbaların, çapulcuların gözü bu ormanda! diyecektir.  Bir tür. Flogostin gibi bir şey…. Bir gerçeklikten çok. Bir gizem. Bir belirsizlik. Bir ruh … Asırlar öncesine takılmış bir anlayış. Çıkacaktır karşısına.

Ama. Aklı kullanıp da.  Olayın. Geçmişini araştırır. Geçmişini keşfederse. Anlar ki. Küller ve dumanlar. Gerçekte onlar. Daha dün. Aslında bir ağaçtı. Ve. Biraz daha geçmişine inerse de. Anlar ki. Onlar.

Koca bir ormandı!

Önceki Yazı : Tarih 1 – Kül

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s