Hocamı anmışken. Devam edeyim….
Hocam. Sadece önemli durumlarda. Mesaj verirdi. Onu da. Şöyle bir dokundururdu. Fazlaca vurgulamaz. Abartmaz. Gösterişe kaçmaz. Sadece ve sadece. Bir kaç kelime ile. Söylerdi… Sanırdınız ki. Sıradan bir şey söylerdi. Asla değil! O sohbette. Orada. Bir mesaj olurdu. Hocayı tanıyorsanız eğer. Bunu hissederdiniz. Sohbetin arasındaki. Mesajı. Bulup çıkarmanız gerekirdi… Mesela,
Okumaya devam ediniz>>
Okulun yemekhane kuyruğunda. Yan yanaydık. Sırada bekliyorduk. Havadan sudan. Konuşurken. Ben. Bu arayı fırsat bilip. Tezim ile ilgili. Neler çalıştığımı anlatıyordum. Sanırım özellikle de. O zamanlar. Zar zor ulaşıp. Bulduğum. ABD den getirttiğim. Makaleleri, modelleri. Anlatıyordum. Bu. Biraz da. Kendimi hocaya. Göstermek için olmalı. Çünkü. O zamanlarda. Çalışmalar. Makale derinliğinde yapılmıyordu. Ayrıca. Biraz fazlaca. Teknik ifadeler de. Kullanmış olabilirim… Efreymson modelini mi kullansam. Yoksa Spielberg’in dal-sınır algoritmasını mı?… vb gibi.. gevelemiş de olabilirim… Hocam. Sabırla. Dinledi. Dinledi. Dinledi…. Tepki vermedi… Baktım. Yüzünde. Beklediğim. Memnuniyet ifadesi yoktu… Sıramız gelip. Tepsilerimizi aldık. Boş bir masaya oturduk. Tam yemeğe başlamadan. Dedi ki.. Öyle bir şey dedi ki…
Tüm çalışmalarımda. Sonradan. Ve her zaman. Bu deyiş benim için bir tür rehber oldu.. Dedi ki: “ Biz amerikanın problemlerini çözmek için burada değiliz”. Hepsi bu! Yedi kelime! Başka bir şey de eklemedi… Yemeğe devam ettik.
Bunun üzerine düşünmüştüm. Ne demek istemişti? Bu hocadan bir mesaj mıydı?.. Hocamın mesajları işaret fişeği gibi olurdu. O ateşlerdi. Siz de. Eğer görürseniz. Düşünür durursunuz. Yaktığı ateşin. Neleri aydınlattığını. Araştırırdınız….
O zaman hatırladığımı. Şimdi de hatırlıyorum. Hocamın söyledikleri üzerine. Aklımı zorlayınca. Yavaştan yavaştan. Adnan Binyazar’ ın. Varlık serisinden. Bir kitabındaki bir kaç yazısını hatırlamaya başlamıştım. Kitabı bulup bakmıştım. Ulusal olma ve evrensel olma ile ilgiliydi. Evrensel diyorum. Çünkü, henüz daha “küresel” kavramı yoktu! Ve özet olarak da. Yazar diyordu ki. “Ulusal olunmadan evrensel olunmaz”.
Yani. Her ulus. Çağından yararlandığı kadar. Çağına neler kattığını da düşünmek zorundadır. Bir ulus. Dünyaya Kattıklarıyla çağdaş olur. Dünyadan aldıklarıyla değil.
Hocamın söylediği de buydu. Hocam diyordu ki. Kendi ülkenin gerçeklerini kavra. Yapacaklarını bu birikimler üzerine oturt. Sonra, yaptıklarınla. Dünyaya açıl…. Yani. Tersini yapma! Dışardan öğrendiklerini. Kopyalama. Dışarının istediği akılla düşünme! .. Onun bunun yarattıklarına. Körü körüne hayran olma!. Kendini. Başkalarının yaptıklarıyla var etme! Sahip olduklarının. Ve kendi yapabileceklerinin farkında ol! Bunu diyordu hocam.…. Şimdi düşününce. Tam bir Atatürk kuşağı!
Bu. Sözde ve çakma. Bir millilik değil. Bu, öncelikle “düşünce” de. Ve yaptığı her işte. Ulusal olmak demekti. Bu. Eline bayrak alıp sallamaktan öte.. Bu. Üzerine üniforma iliştirip. Gösteriş yapmaktan öte. Farklı bir şeydi…. Bu. Vatanın birikimlerini saçıp savurmayıp. Onlara sahip çıkmak. Bu, önce. Ulusuna faydalı olmak demekti.
O günden başlayarak. Çalışmalarımda. Bu yolun izini sürmeye çalıştım. Kolay oldu da denemez. Zaman oldu yapamadım. Kimi zaman anlatamadım. Çoğu zaman anlaşılamadım… Ama. Hangi alanda olursa olsun. Başkalarının yaptıklarını. Başkalarının beğenilerini. Egemen kılmak yerine. Kendi gerçeklerimizden hareket ile. Kendi birikimlerimi zenginleştirmek. Giderek. Beni özgünleştirdi. Özgürleştirdi…
Sevgili hocam. Faruk Akün. Yedi kelime ile. Ne çok şey söylemişti.
Devamı gelecek >>
Önceki yazı: Hocam 1 – Pencere
İzleyen yazı: Hocam – 3