Karıncalar açgözlü müdür? Ben karar veremedim. En iyisi ben size. Yaptığım gözlemi anlatayım da. Siz. Kendiniz bir karar verin. Konu nereden başladı derseniz. Bal çanağının içindeki. Siyah noktaları farketmem ile. Bal dediğim. Sarı turuncu karışımı bir renk. Gün ışığında parıldıyor. Sıvı denemeyecek kadar kıvamlı. Bir macun gibi. Bal işte! Balın içinde de siyah noktalar. İşte buna kızdım. Konu da bu!
Okumaya devam ediniz>>
Karınca mevsimi açıldı açılacak. Tek tük de olsa görünür oldular. Ben de. Onları izlemeye aldım. Mutfak tezgahı üstünde dolaşıp. Kırıntıları topluyorlar. O kadar uzaklardan. Kuru bir ekmeğin kokusunu alıp. Yollara düşüp. Koskoca mutfakta. Küçücük bir kırıntıyı. Böylesine. Nokta atışıyla bulmaları. Beni hep şaşırtmıştır. Karıncalarla bir derdin mi var? diye düşünmeyin. İnanın. Bir derdim yok. Önyargım yok. Karıncalara karşı. Hiçbir kötü niyetim yok. Benim ekmek parçalarımı. Didikliyorlar diye. Onları. Kraliçelerine şikayet edecek değilim. Asker karıncalara teslim etmeyi de düşünmüyorum….Balıma dadandılar diye. Karınca kolonisi yüksek heyetine başvurup. Tazminat filan da istemem mümkün değil. Karıncalar. Paradan ne anlar ki! Benim ki sadece merak!
İzliyorum şimdi. Bir karınca. Tezgah üzerindeki kırıntıya yaklaştı. İtti kaktı. Çekiştirmeye çalıştı. Baktı ki olmayacak. Sanırım diğerleriyle haberleşti. Bilirsiniz. Karıncalar birbirleriyle haberleşmede. Ustadırlar. Kimyasallarla iz bırakırlar. İşaretleme yaparlar. Feromenlerle. Nasıl beceriyorlarsa?… Diğer karıncalar da üşüştüler. Elbirliğiyle. Kırıntıyı taşımaya başladılar. Nerede yuvalanmışlarsa. Oraya. En azından öyle sanıyorum. Bir bankaya olacak değil ya! Belki bir kuytuya. Belki de bir kayanın altına. Orasını bilemem. Benim bildiğim. Bilimin söylediği. Yer altında da. Büyük bir örgütleri olduğu.
Herşeyin kokusunu alıyor karıncalar. Balın da… Tezgah üzerinde. Bir damlacık bal olduğunda. Etrafında birikiyorlar. Dolanıp duruyorlar. Bu nedir diye test ediyorlar sanırım… Bu arada. Tadına da bakıyorlardır herhalde. Ne derler? “Bal tutan parmağını yalar”…Karıncalar da kaçırmıyor fırsatı. İnsanlar zaten kaçırmaz da. Ahh şu insan denen canlı! Bal görmeye görsün! Önce parmağıyla bir yoklar. Ardından parmağını yalar. Sonra da çanağı kaşıklar. Ne var ne yok boşaltır.. Tuhaf ama. Karıncalar da öyle yapmış. Bir baktım ki. Balın izini sürmüşler. Bal çanağını keşfetmişler. Her nasılsa. Oval cam kıvrımlarını aşıp. Bal kenarına kadar gelmişler. Garip yaratıklar. Paylaşmayı da ihmal etmezler hiç. Diğerlerine de haber iletmişler. Yani organize bir iş bu! Toplanmışlar mı çanağın etrafına! Çanak önünde de. İnce bir kuyruk oluşmuş. Siyah bir çizgi gibi. Ama tek yönlü. Kırıntı olsa bir geliş. Bir de dönüş olurdu. Ama. Balın dönüşü yok. Taşıyamıyorlar çünkü. Peki ne yapıyorlar. Kaynağını arıyorlar. İzini sürüyorlar. Durmak yok. Çanağın kenarına kadar geliyorlar. İşte tam da o noktada. Çanağın içindeki bal hazinesini farkediyorlar… Tabii bu benim düşüncem. Ben. Karınca değilim ki! Nasıl düşündüklerini bileyim.
Ama gördüm ki. Çanağının içindeki bal. Karıncalanmış. Yani içinde karıncalar var. Ölmüşler tabii. Balda boğulmuşlar. Düşündüm ki. Balın cazibesine kapılmışlar. Durmayı bilememişler. Daha çok. Daha fazla derken. Bala dalmışlar. Dalınca da. Bala bulanmışlar. Nasıl bir duygudur. Tarif edemiyorum. Önce. Damla damla tattıkları balı. Dolu dolu görünce. Çok sevinmiş olmalılar sanırım. Demek ki karıncaların da gözü dönmüş. Gözleri doymamış belki de. İnsanlar gibi. Parmaklarına dolanan bal ile yetinmeyip. Balıklama. Dalmışlar balın içine. Daha fazlası için. Ve bu karıncaların. Sonu olmuş. İnsanlar da böyle değil midir? Yetinmezler. Daha ilerisi. Daha fazlası…Derken. Dur durak bilmezler. “Varlığın girdabına girerler“. Bu sadece bal değil! Mal da olabilir! Mülk varlığı. Güç varlığı. Nüfuz varlığı. İlişki varlığı…Hangisi olursa olsun. Öyle bir noktaya gelirler ki. Artık çıkış yoktur. Dönüş yoktur. Dönüşü olmayan bir yoldur bu. Battıkça batılır. Sonunda da. Kendi kendilerini yokederler. Varlık içinde. Varlık sebebiyle. Yokolurlar. Çokluk içinde boğulurlar.
Evet. Harşey balı tutup. Parmağını yalamakla başlar. Ama eğer ki. Bir açgözlülük varsa. Bir hırs. Bir tamah. İşte o zaman. Açgözlü. Balın içine düşer. Bala düşen de. Balda batar. Hep böyle olur!
Karıncalardan yola çıktım. Ama öte yandan. Özür dilemeliyim onlardan. Bir ekmek kırıntısıyla. Bir balla. Karıncaların yaptığı. Sadece hayatlarını sürdürmek. Hepsi bu! Karıncalar yerine. Mesela bir sülük de olabilirdi. Ya da bir çekirge sürüsü. Belki de Chilopoda sınıfından bir tür. Hepsi olabilirdi. Hiç farketmez! Bir tabiat canlısı onlar. Hiçbiri. Başkalarının hakkını alıyor. Başkalarının emeğini çalıyor değiller. Sadece, yaşamaya çalışıyorlar. Karıncalara gelince. Evet biliyorum. Bir miktar stokçuluk yapıyorlar. Ama bu da yaşamak için. Kış soğuklarında toprak altında saklanırken… Üstelik. Bu stokları da. Bütün yaz boyunca. Emekle çalışarak biriktiriyorlar. Birilerini aldatıp. Bir yerlerden çalıyor değiller. Bir bakın onlara! Kötülük yapamayacak kadar narinler. Nereden bakarsanız bakın. Karıncalar kendi halinde bir topluluk. Karıncalar dünyası bir medeniyet. Ama. Anlıyoruz ki. Karıncalar için bile. Eğer ki. Bola koşulursa. Son hep aynı oluyor. Bola koşan. Bola batıyor. Bola batan. Bolda boğuluyor. Tabiatın kuralı bu. Ve hep böyle oluyor! Pablilius Sirus, Milatın öncelerinde açıklamış bunu: “Yoksulluk çok şey ister, açgözlülük ise herşeyi”. Herşeyi. Yani sonu yok. Bu sebeple de. Romalı şair Horatius’ un dediği gibi: “Açgözlü her zaman yoksuldur”.. Doymaz!
Karıncaların hikayesi bu! Unuttum sanmayın! Çanağa gelince. Onu bi güzel yıkadım. Temiz suyla. İçindekileri de döktüm. Çöpe. Tabiatın bir kuralı da bu. Ve hep böyle oluyor. Bola batan. Çürüyor. Sonunda da.
Çöp oluyor…