Kulübü Anlamak

Gndz Kılıç

 

Biz maça bakarız. Ya da yarışa. Futbol, atletizm, basketbol,yüzme…Hangisi olursa olsun. Sahadakileri görürüz. Sporcuları, oyuncuları. Maçı, yarışı onlar kazanır, onlar kaybeder diye düşünürüz. Hiç de öyle değildir! Aslında maçı kazanan da kaybeden de, takım değil, kulüptür. Şampiyon olan da kulüptür. Olamayan da. Sonuç alan da, alamayan da. Şimdi soracaksınız : sonuçların sorumlusu kimdir o zaman?

okumaya devam et –>

Tabii ki yönetim Kurulu. “Sonuç” lara yönelik sorumluluktan kaçılamaz çünkü. Eğer en yukardaysak, aşağılara bakıp sorumlu arayamayız. Geçmişi gösterip, biz yoktuk diyemeyiz. Bu sorumluluk devredilemez. Ne alttakilere ne de geridekilere.

Sonuç olarak, bir kulübün en üstündeyiz. İşimiz de yönetmek. Yönetiyor muyuz? Yönetmek için, önce organizasyonu anlamalıyız. Biliyorum, aklımızda fikirlerle geldik. Tecrübeli olduğumuzu düşünüyoruz. Hevesimiz de var. Tamam da. Ama anlamadan yönetemeyiz. Ancak çatışma tohumları ekeriz. Kendi fikirlerimiz ve kulübün gerçekleri arasına. Farkına bile varmadan.

Dört temel unsur. Eğer bir kulübü yönetiyorsak, öncelikle, bunları kavramış olmalıyız. Bunları kavramadan, kulübü anlayamayız. Kulübü anlamadan, kulübü yönetemeyiz. Çünkü kulüp bir makina değil. Kurcalayacağımız. O bir düşünce. Yaşayan.

Birincisi kuruluş. Bir organizasyon durup dururken kurulmaz. Bir amaç için kurulur. Bir varolma nedeni vardır. Yani varolmasının bir anlamı vardır. Bu anlam, kulübü kuranların niyetlerinde ve kuruluş şartlarında saklıdır. Kuruluş kulübün doğuşudur. Geçmişteki kökleridir. Üzerinden yıllar ve yıllar geçmiş olabilir. Ama yaşarlar. Yaşatılırlar. Unutamayız bunu. Unutursak, kimliksiz ve köksüz kalırız. Bu anlaşılması gereken ilk şey.

Ardından, gelecek var. Her organizasyon, gelecekle ilgili bir iddia taşır. Ulaşmak istediği bazı sonuçlar olmalıdır kulübün. Geçmişten gelen sorunlardan söz etmiyorum. Geleceğin tasarımı diyorum. Beklentiler. İlerlemenin lolkomotifleri. Yani başarı tarifleri. Hayaller, hırs, azim.. Hepsi bu tarifin içindedir. Bu da ikincisi.

Büyük kulüplerimizden birini ele alalım mesela. Kulübün 11 numaralı kurucu üyesi Ruşen Eşref Ünaydın, Türkiyede futbolun doğuşunu anlatırken , Spor kulübünün kuruluş anlamını ve iddiasını şöyle dillendiriyor : “… herşeyi göze alıp ortaya çıkana kadar, İstanbulda futbol sadece ingilizler ve onların yetiştirmesi yerli rumlar tarafından oynanıyordu .…   bütün güçlüklere rağmen, ilk Türk kulübü olarak ortaya çıkıp, Türkiyedeki lig maçlarında Türk takımı olarak yer almak ve diğerleriyle boy ölçüşme muradı..bu uzak bir hayal miydi? Kulübümüze nasip olacak mıydı?

Kuruluş şartlarını ve amacını hissedebiliyor muyuz? Her kim ki, herhangi bir zaman, bu kulübün yönetiminde yer alır, bu gerçeği ve bu duyguları iliklerinde hissetmelidir. Ve tüm kulübün de hissetmesini sağlamalıdır. Spor önce bir tutkudur. Mantık sonra gelir. Ve her kulübün kendisine özgü bir tutkusu vardır. Bu duygu algılanmadığı ve sahiplenilmediği zaman, kulüp amaçsız ve anlamsız bir malzeme, belge, bilgi, teknoloji  ve  sorunlar yığını olmaktan öteye gidemez. Ve de köksüz. Neyi neden yaptığının farkında olmayan. Debelenip duran. Sağa sola savrulan. Bilançolar ve yönetmelikler üzerinden oyun kuran.

Bir kulübün varoluş sebebi ve gelecek iddiası, geçmişten geleceğe uzanan bir ana yoldur. Bir kulüp bu yol üzerinde ilerler ve giderek iddialarını hayata geçirmek için çalışır. Bu yol, hele ki spor da, mücadeleli bir yoldur. Mücadele de çetindir. Özü rekabettir. Rekabet de yoğundur. İşte anlaşılması gereken üçüncü konu budur. Bu mücadelenin enerjisi nereden gelir? Güç kaynağı nedir? Para mı? O da varsa tabii. İyi oyuncular mı? Onlar da alınabildiyse. Tesisler mi? Sonu yok! Hiçbiri değildir!

Başarının güvencesi, öncelikle, kulübün “sahip olduklarını nasıl kullandığı” ile ilgilidir. Bunlara bir bütün olarak, kulübün “ kaabiliyetleri” diyebiliriz. Yine Ruşen Eşref Ünaydın’ a kulak verirsek:

..kulübümüz o zamanlar bizler için bir nevi yurt, maçlar da birer harpti. Oyun becerisinden çok, hırs ve inanç üstünlüğüyle başarı elde ediyorduk. ..…futbol bilimi bakımından da, ilk Türk kulübünün topa gelişi güzel vurmayıp, rakibine inadına omuz atmayıp, ..itişip kakışmayıp, kabadayılık, güç gösterisi, gösteriş hevesi yapmayıp, gereken her aşamayı tek tek geçip usulüne, adabına ve kendine özgü bir tekniğe ulaşması demekti…

Konu şu ki, yetenek sadece maddiyat değildir. En iyi oyunculara sahipolmak mı? Ya da en ileri tesislere? Hayır, tek başlarına hiçbiri yetmez. Yetenek, nelere sahip olduğumuz değil, sahip olduklarımızla ne yaptığımızdır, nasıl yaptığımızdır. Yetenek, bir davranıştır. Kişilikle, kimlikle harmanlanmış bir ruhtur aynı zamanda. Farkı yaratacak olan budur zaten. Yönetimdeki ustalık da bu noktada ortaya çıkar : kulübü, rakiplerden farklı kılan özel yetenekleri temel alarak rekabet edebilmek. Bu farklılıklar, kulübün tarihsel akışı içinde, oluşmuştur. Ve kulübün geçmişte izlediği yola bağımlıdır. Benzersizdir. Dışardan görülemez, içerden anlaşılabilir.

Gelelim dördüncü unsura. Kulüp, geçmişten geleceğe uzanan ana yolun izi üzerinde ilerlemelidir. Yeteneklerini kullanarak. Çalışanları, taraftarları ve seyircileriyle, hep birlikte. Sağa sola sapmadan. Yani bölünmeden. Bu nasıl olacaktır? Yalnızca on onbeş kişilik bir tepe yönetim değil. Yalnızca beşyüz altıyüz kişilik kulüp değil. Yalnızca binlerce kulüp üyesi de değil. Milyonlarca taraftar, hatta bir camia, bir topluluk, nasıl olacak da, aynı doğrultuda birarada tutulabilecektir? Disiplin kurallarıyla mı? Kontrol sistemleriyle mi? Denetim mekanizmalarıyla mı? Hiç de değil! Peki nasıl?

Ruşen Eşref Ünaydın, “ kader ortağı olmak” diyor bunun adına: ..bizim kulüpten olanlar,…o insanların herbiri kendi hızına kapılmış, birbirine sarılarak, birbirini kendi ardından sürüklemeye zorlayan, ne kendinin ne diğerinin yok edilmesine imkan tanımayan birer kader ortağıydı…

Ünaydın’ın hatıralarının yazılmasından birkaç yıl sonra, 1962-63 sezonunun başında, fubolcularını toplayıp yaptığı konuşmada, Gündüz Kılıç da aynı vurguyu yapar: “ … her takımın kendine has bir karakteri vardırkısacası bizim takım, bir halatı hep birlikte çekenlerin, hep birlikte üzülüp, hep beraber sevinmesini bilenlerin takımıdır..’

Bunun adı ortak değerler etrafında birleşmektir. Büyük ve köklü toplulukları bir arada tutmanın başka bir yolu da yoktur zaten.

Önce kulübü anlayacağız, yönetebilmek için.

Geçmişe uzanan kökler, geleceğe kanatlanan iddialar, benzersiz kaabiliyetler ve ortak değerler… Önce bunlara bakacağız! Var mı? Anlaşılmış mı? Paylaşılmış mı? Kullanılıyor mu?… Yönetiyorum diyorsak eğer, bunları harekete geçireceğiz öncelikle. Kulübün en uç noktalarına kadar.Yoksa, organizasyon olarak, kulübün geçmişine bağlanamıyoruz ve geleceğini de ıskalıyoruz demektir. Kulübün gücünün ve kimliğinin farkında değiliz demektir. Biz yukarılarda, boşuna debeleniriz. Ne konuşursak konuşalım. Ne yaparsak yapalım; Ne kadar çalışırsak çalışalım; Bilelim ki, boşlukta kalırız ve top çeviririz. Üstelik de yönetiyorum sanırız.

 

>> Devamı gelecek

Önceki yazı: Spor eğlencedir

İzleyen yazı : Kulüpte İlk 100 gün

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s