Önceleri yalnızca tahta ve taş yetiyordu sanırım. Belki bir de cam. Şimdilerde yüzlerce malzeme var: Tuğla,demir,çelik, kiremit, plastik… Bunlar bile çok eskilerde kaldı artık. Sıvı contalar, çelik yapıştırıcılar var. Saç telinden daha ince, çelikten on kat daha dayanıklı fiber teknolojiler var. Mimari ithalatıyla gelen, yeni bina tasarımları. Saray özentisi lüks dekorasyonlar.
Ama her durumda hala bir temel atılıyordur diye düşünüyorum. Temelsiz ev olur mu? Nasıl bir ev yapıyorsanız yapın, muhakkak bir temeli olacaktır. Öyle değil mi?
Okumaya devam et >>>
Anlıyacağınız, bir evden söz ediyorum. Hani şu başınızı altına sokacağınız çatıdan. Aslında, ihtiyacımız bundan fazlası değil ya! Bir çatı, dört duvar.
Ama zamanla bu evler önce büyümüş sonra da çoğalmış. Daha sonra da yükselmeye başlamış. Şimdi kapalı siteler var. İçinde birçok ev bulunan. Ve nokta bloklar yükseliyor her yerde. Her katında bir ev olan rezidanslar. Çatısında havuz bulunan. Belki de bir helikopter pisti. Bahçesinde güvenlik görevlilerinin dolaştığı. Kameralarla izlenen. Elektronik kartlarla girilen. “Sığınak konutlar” yani.
Hangi malzeme kullanılırsa kullanılsın. Nereye yapılırsa yapılsın. Ne kadar gösterişli olursa olsun. İstediği kadar büyük olsun. Ne kadar ileri bir teknoloji kullanılmış olursa olsun. İsterse de en akıllısı olsun. Sonuç olarak bir “ev”.
Duvarları soğuk. Koridorları sessiz. Odaları cansız. Piyasa değeri yüksekmiş! Ne farkeder? Önünde sonunda, ruhsuz bir malzeme yığını.
Ta ki, içine insan girene kadar.
Eşyalar gelir önce kapının önüne. Dikkatlice indirilir kamyondan. Yavaş yavaş içeri taşınırlar. Mobilyalar yerleştirilir özenle. “ Aman büfenin camlarına dikkat! Büyük büyük anneden hatıradır! “ Elektrikli aletler takılır. Musluklardan su akacaktır artık. Buzdolabı işleyecektir. Çamaşır makinasının tamburu dönecektir. Perdeler asılır. Halılar, kilimler serilir. Tablolar duvara yerleşir. Biblolar, vazolar konur yerlerine. Kapı gıcırtıları duyarsınız. Bir hayat başlamıştır yavaştan. Sesler yükselir evden. Banyoda iyi kapanmamış musluktan su damlar. Buzdolabı tıkırdar mutfakta. Çekmeceler açılır kapanır. Camlar çarpar rüzgarda. Süt taşar. Bardak düşer kırılır. Çaydanlık ateşin üzerinde fokurdar. Ve bir de insan sesleri. Kapı eşiği fısıldaşmaları. Mutfak telaşından yükselen sesler. “ hadi çocuklar yemeğe”. Çatal bıçak çınlamalarına karışan sözcükler. Oturma odasından yansıyan sohbet damlaları. Günaydınlar, iyi geceler. Kahkahalar, öfkeler. Kimi zaman alçalan, bazan da yükselen sesler… Her ne olursa olsun. Soğuk duvarlar ışımış ve ısınmıştır, koridorlarda sesler dolanmaktadır. Duygu’ nun binbir çeşidi evi doldurmaktadır. Annenin şefkati.Babanın sevgisi. Çocuğun sevinci. Misafirin saygısı. “Müsaitseniz annemler bu akşam size gelecekler”. Evin o soğuk, sessiz taş iskeleti gitmiş yerine herşeyi kucaklayan bir ruh gelmiştir. Ev artık bir “yuva” olmuştur.İnsan sıcaklığıyla.
Yuvaya katılan her insan bu sıcaklığı arttırır. Bir çocuk doğar. Odası çoktan hazırdır. Yeni bir heyecan. Bebek sesleri yükselir odadan. Yeni alışkanlıklar.Mutfakta mama hazırlanır yemekten de önce. Daha sık gelirler büyükanneler, büyükbabalar. Çocuk sahibi komşularla ilerler ahbaplıklar. Tecrübeler paylaşılır. Çocuk büyür.Aile masasında yerini alır. Bir kardeşi olur. Aile büyür. Büyükbaba, askerlik anılarını anlatır.Torunlar merakla dinler. Büyükanne, eski ev yemeklerinin lezzetinden söz eder. Gelinler tarif ister. Bayramlarda geniş bir aile sofrası kurulur. Üç kuşak masanın etrafında.Herkes büyükannenin ekmek tatlısını bekler. “ Babaanne benimkinin kaymağı çok olsun! “ Eski bayram günlerinden hikayeler anlatılır. Büyükbaba, kendi dedesinin anlattıklarını hatıralarının içinden çekip çıkarır. Torunlar hayranlıkla dinler, sanki başka bir dünyanın hikayesiymiş gibisinden. Sevinçler olur,üzüntüler olur. Gelenler olur, gidenler olur. Gidipte gelmeyenler olur. Duygular çeşitlenir. Sevinçler ve acılar içiçe dolanır. Anılar birikir. Kuşaktan kuşağa yaşargider. Bir destan olur. Gelenekler zenginleşir. Kültür olur. İnsanlar gelir ve geçer. Ama, kültür güçlenerek yaşar. Birkaç insanın sıcağıyla ısınan yuva, artık, geçmişle geleceğin bütünleştiği bir “ ocak “ olmuştur. Herkesi ısıtan. Dışarı ışık saçan.
Lamartine, “ her aile bir tarihtir” der. “ hatta okumasını bilene göre bir destandır” diye ekler.
Düşünün şimdi: Sizin bir destanınız var mı? Aradınız mı onu? Bulabildiniz mi? Dinleyin kendinizi: Neredesiniz? Bacası tütegelen bir ocakta mı? Sıcak bir yuvada mı? Yoksa pahalı bir eve mi sığındınız siz de?
Bakın etrafınıza. Görüyor musunuz?
Evler beton beton yükselirken, yuvaların hayat hayat çözüldüğünü.
Ocakların dağıtıldığını…
izleyen yazı : Hüma Kuşu