Yabancı 12 – Ölçüsüzler

Yoksul insan bir şeyi ister, doyumsuz insan ise her şeyi…Publilius Syrus ( MÖ.85 – MÖ.43) / Latin tiyatro yazarı.

Milattan Önce, on bin yıllarında. Kurnazın birisi çıkmış. Gözüne kestirdiği bir toprak parçasını, çitle çevirip. Burası benim deyivermiş. Belki de dememiştir. Ama sonuç olarak. Orayı kullanmaya başlamıştır herhalde. Yani ekip biçip ürün almış. Kendine küçük bir sığınak. Bir kulübe yapmıştır.  Herhalde böyledir. Yüzme havuzu yapacak hali yok ya!…

Diğer insanlar ise. Sanırım, ilk defa karşılaştıkları için. Bu işi tuhaf bulmuşlardır. Şunu söyleyeyim. Hatta takdir bile etmiş olabilirler. Sonuç olarak. Bugünkü bakış ve ifadeyle. O zamanlarda. Bu büyük bir “inovasyon” değil mi? Öyle!… Muhtemelen de. Bu kurnaz girişimciye, pek fazla  bulaşmamışlardır. İsteseler, aynı işi onlar da yapabilirlerdi. Belki de özenip yapmışlardır. Etrafta ve her yerde. O kadar boş toprak vardır ki o zamanlar… Hadi hesaplayalım bunu. Eğer hesaplarsak. 5 milyon insanın yaşadığı. O zamanın şartlarında. Denizleri saymazsak. Her yerleşim birimi başına. Yaklaşık 75  kilometrekare toprak düşüyor… Ehh! Fena mı yani! Kocaman bir çiftlik! Herkes kendi düzenini kurup. Geleceğini de güven altına alabilirdi..

Ama….

Ama’ yı açıklamadan önce. Bu garip hesaplama ile. Söylemek istediğim şu. Her insanın bir toprak parçası olabilir. Oraya yerleşebilir. Yani. Sahiplenme, kendiliğinden, olayların akışı ile. Toplumsal bir kabul olabilir. Ve her insan. Kendi toprağında huzur içinde çalışıp. Mutlu bir yaşam sürebilirdi… Tamam! Ve de biliyoruz ki. Sonrasında. Bazı kurallar koyulup. Bir takım kanunlar yazılıp. Artık. Bu sahiplenme noktasından. Vazgeçilemez ve geri dönülemez olabilirdi. Hadi, bu da tamam!.. diyelim.

Şimdi, atladığım. O “ama!” ya geliyorum.

Söylemek istediğim şu ki. Birileri bir şeylere sahip olsa da. Sahip olma duygularını taşıyor olsa da. Hatta. Hiçbir kurala kanuna bile ihtiyaç duymadan. İnsanlar mutlu bir şekilde yaşayabilirlerdi.. Benim anlamadığım ise. Bunun olamaması! İşin “ama” sı bu!

Olabilirdi. Ama olamadı! Peki ne oldu? Önce komik ve tuhaf gelen bu sahiplenme girişimi. Sonra, aptal ve ahmak yaptı insanlığı. En sonunda da giderek. Zalim ve gaddar oldu insan.

Peki neden? Şimdi bu sebebe gelebiliriz.

Bunu fazla uzaklarda. Fazla derinlerde aramaya gerek yok! Cevabı yeterince basit ve çok açık. Çünkü, insan ölçüyü kaçırmıştır da ondan! Bu ne demek? Bu, insan denilen canlının. Sahiplenme konusunda. Nerede ve ne zaman durulacağını bilmemesi demektir. Bir şeylere sahip olmak ile ilgili. Kendi kendini sınırlamaması demektir. Aslında, bu aptal insan. Hangi konuda kendisini sınırlandırabildi ki!  Daha da büyümeyi. Daha da çoğalmayı marifet saymadı mı bu insan! 

Çoktan haykırmak gerekirdi bu insana. “Aptal insan! İçinde bulunduğun tabiata bi baksana! Onu örnek alsana. Tabii ki görüyorsun! Tabiat. Her şeyiyle büyür. Ağaçları, otları, çiçekleriyle. Ama. Tabiat, nerede ve ne zaman durulacağını da bilir. Hiç mi farketmedin!  Her ağaç. Önce bir tohumdur. Sonra bir fidan olur. Gelişerek büyür. Ve bir ağaç olur. Ama hiçbir ağaç.  Sonsuza kadar büyüyemez. Bulutlara erişen. Yıldızlara dokunan. Bir ağaç gördün mü sen?  Şunu da anla artık! Doğal büyümenin sırlarından daha büyük bir sır vardır. O da, büyümenin doğal bir biçimde kendiliğinden durmasıdır. Senin sorunun da bu! Seni gülünç düşüren. Seni ahmak yapan. Bu büyük sırrı kavrayamamış olman…

İşte bu insan. Sahiplenme konusunda. Duramadı. Durmayı bilemedi. Yeniden ve yeniden. Yeni birşeylere sahip olma hırsıyla koşup durdu.

Yani özetle. İnsan “ölçü” yü kaçırdı. Sahip olma ölçüsünü aştı!

Halbuki. Antikçağlar döneminde. İnsan aklı devreye girmeye başladığında. MÖ altıncı yedinci yüzyıllarda yaşayan. İlk ve öncü bilge düşünürler. Evrenin en güçlü gerçeği olan “ölçü” yü sezmişlerdir. Anlamışlardır ki. Evren ve yaşam bir ölçü işidir. Rodoslu Kleobulus, ölçü en iyi şeydir diyor. Atinalı Solon, hiç birşey de aşırı olma, ölçülü kal diyor. Ispartalı Khilon, tutkularını dizginle, ölçülü ol diyor. Pirineli Bias, çok dinle, yerinde konuş, ölçüyü kaçırma diyor…  Ölçü, ölçü, hep ölçü. Bulandırılmamış bir dünyayı. Çıplak gözle görebilen. Antikçağ bilgelerin hepsi “ölçü” yü öğütlüyorlar…

Ama insan. Ölçüyü aşıyor. Ölçüyü aşmakta yarışıyor…

Böylelikle. İnsanı, kendisinden uzaklaştıran. İnsanı, insan olmaktan çıkaran. İkinci kapan da kurulmuş oluyor!

Bunun adı. “Doyumsuzluk” duygusudur. Bunun adı “Açgözlülük” dür! İnsanın nefsine hakim olamaması demektir.

İşte bugün.

Sonu gelmeyen bu doyumsuzluk içinde.

İnsan boğulmaktadır….

>> Devamı gelecek

Önceki Yazı : Yabancı 11 – Köle

İzleyen yazı : Yabancı 13 –

Yorum bırakın