“Kimse mutsuz değildir; sadece bazıları çocukluğunu kaybetmiştir.” William James (1842 – 1910) Amerikalı filozof ve psikolog
Gördünüz işte!
Pencere camının önüne gelip. Masum bakışlarla. Sakin hareketlerle. Meraklı arayışlar yapan bir kedi ile yolum kesişince. Onun, aramızdaki engelleri aşmak için. Çareler arayıp. Gösterdiği çabaları farkedince….Düşüncelerim buralara kadar geliverdi… O kedi beni düşünmeye itti. Ve ben de, farkında bile olmadan. İç dünyamda bir yola çıktım…
Tabii ki bu yolculuk yeni başlamadı. Çok eskilerden başladı. Ve hala da. Sonu olmadığını anladığım bu yolculuğu yapmayı sürdürüyorum. Bunu bir marifetmiş gibi söylemiyorum. Bu bir marifet değil! Bu benim tercihim değil. Bunu bana yaptıran. Benim mizacım… Benim yapım böyle! Tanrı veya tabiat, beni dışa dönük değil içe dönük bir doğa ile yaratmış… Ve beni öyle bir zamanda. Öyle bir yere bırakıvermiş ki… Bu yolculuğa başlayabilmişim…
Öncelerini bilemiyorum ama. Daha ilk okul yıllarımda. Altı yedi yaşlarımda. Düşüncelerim henüz olgunlaşmamışken. Düşünmenin ne olduğunu bile bilmediğim o zamanlarda. Sonradan farkettim ki. Kendimle başbaşa kalıp. Bu yolculuklara çıkıyordum. Bir mantıkla değil! Bir bilgi birikimi ile de değil. Sanırım. Sadece duygularla ve bazı içgüdülerle. Gördüklerime ve kulaktan dolma sözlere bakıp. Bir şeyleri merak edip. “Ne nedir?” ve “neden böyle?” gibi sorular soruyordum kendi kendime.. Mesela, çocuk yatağımda. Geceleri uyanır. Perdenin aralığından gökyüzüne bakar. Yıldızları seyrederdim. “Bunlar ne?” “Neden oradalar?” diye düşünürdüm… Karşı bahçedeki. Büyük manolya ağacının. Çok sevdiğim yapraklarına bakar. “İyi ki dökülmüyorlar!” diye düşünür. “Neden dökülmüyorlar?” diye meraklanırdım. Cevap yoktu tabii ki! Çünkü, dışımda olup bitenleri anlayabilecek bir bilgiye sahip değildim. O zaman da, çaresiz bir şekilde. Kendime dönüyor. Kendimle ilgili. Yapabildiklerim ve yapamadıklarımla ilgili. Davranışlarımla ve tercihlerimle ilgili düşünüyordum… Tuhaf görünebilir ama ben böyleydim.
Yıllar geçtikçe. Ve bilgim ve tecrübem arttıkça. Dışımda olanları da sorgulamaya başladım. Dışarda olup bitenleri sorguladıkça. Bunlara cevaplar bulabildikçe. İç dünyamda oluşan etkileri ve bunlara gösterdiğim tepkileri gördüm. Bazan kendime kızar oldum. Öfkelendim. Bazan da kendime şaşırarak. “Ben neden böyleyim?” diye sorup. Kendimi sorguladım. Dışarısı içime ayna tuttu. Adım adım ilerleyip. Aşama aşama. Kendimin derinlerine inip. Kendimi keşfetmeyi sürdürdüm…
Çocukluk yaşlarımda. Doğal yapımın tetiklediği. Dünya halinin ve yaşadığım ortamın müsadesiyle başlamış olduğum bu yolculuğum hala sürüyor… Gördünüz işte! Bir kedi, düşüncelerimi nerelere sürükleyiverdi! Söylemeliyim ki. Böylesi bir dünyada. Artık, bu bana büyük bir keyif veriyor. Ama, sakın ola ki, bu bir kaçıştır sanmayın! Tam tersine. Bu, meraklı bir arayış! Ben kendimden kaçmıyorum! Ben kendimi arıyorum…
Her seferinde anlıyorum ki. İç dünya. Büyük ve sonsuz bir hazine. Ve kimsenin el uzatamayacağı. Sadece kendimizin araştırıp bulabileceği bir hazine bu. Ve de, kimsenin elimizden alamayacağı bir hazine bu! Bir çocukluk hazinesi… O derinliklere her indiğimde. Her seferinde, çocukluğumun, yıpratılmamış taze çizgilerine. Kirletilememiş ve saf özelliklerine rastlıyorum… Kendimi anlamaya başlıyorum.
Bugünlerin dünyasında, öylesi bir insanlık halindeyiz ki. Eskilerin, her şeyin kökü saydıkları bilgi. Bugünkülerin, en büyük güç kabul ettikleri bilgi. O bile kirlilik yaratıyor. Demek ki. Britanyalı düşünür Bertrand Russel’ ın şu sözleri boşuna söylenmemiş:” “İnsanlar bilgisiz doğar, aptal değil;Sadece eğitilerek aptal olurlar”,
Tüm bu düşüncelerden sonra… Şu soruyu sormadan edemiyorum: Bugünün dünyasında. Yaşanılan bu ortamlarda. İnsanlık ve insanlar, iç dünya yolculuğuna çıkabilirler mi? Kendi iç dünyaları ile başbaşa kalıp. Kendilerini keşfedebilirler mi?
Keşke olabilseydi…
>> Devamı gelecek
Önceki yazı : Yabancı 7 – Saklı Yolculuk
İzleyen Yazı : Yabancı 9 –
