“ Bilge adamlar gibi düşün, sıradan insanlar gibi konuş,; Böylelikle herkes seni anlasın.” Aristoteles (MÖ.384 – M.Ö.322) Antik Yunan filozofu.
“Süslü Hoca, en mücadeleci olan bir TV kanalında. En mücadeleci bir kişinin yanında. En çok izlenen bir zamanda. Sahne alıyor. Sanki bir şeylerin mücadelesini veriyormuş gibi yapıp. Ama hiç bir şeyin mücadelesini yapmıyor…” Demiş miydim?.. Hayır ben değil! Arkadaşım böyle söylemişti… Bu sohbetin ardından düşündüm. Merakımdan hocayı izleyip. Arkadaşımın düşüncelerini anlamaya çalıştım. Ve hangi hitabet ortamında olursam olayım. Öncelikle aklıma gelen bir soruyu. Hoca için: “ Bu hoca, kimlere konuşuyor acaba?” diye kendi kendime sordum…
Kimlere konuşuyordu hoca?.. Kimler deyince de. Çok fazla bir seçenek yok. Sadece, ahlak sahibi olanları. Menfaate teslim olmayanları düşünecek olursak. Bunları, kabaca ikiye ayırabiliriz sanırım.
Bir yanda. Bilgi ve birikim sahibi olanlar. Hayatın içinden süzülüp. Belirli bir bilince ulaşmış olanlar. Ve sorgulayabilenler var. Bunlara mı konuşuyordu acaba? Bence hayır! Çünkü dinleyince anladım ki. Çoğunlukla, tarih bilgileri aktarıyor. Kavramlarla ilgili açıklamalar yapıyordu… Bilinen olay ve haberlerle ilgili tespitler yapıyor. Ama öte yandan. Söylediklerinde. Teşhise ve önerilere. Yeni Analiz ve görüşlere rastlanmıyordu… Yani. Bir anlamda, bilgi sahibi olanlara, bilinenleri aktarıyordu. Ben böyle hissettim.
Öte yanda ise. Yeterince bilgi ve görüş sahibi olmayan. Düşünme zahmetine girmeyen. Ya da aklı karışık olanlar var. Belki de bunlara konuşuyor olabilir diye düşündüm. Yani. Hayatın içinde pişip kavrulanlara. Mesela, köy kahvesinde kağıt oynayıp, çayını yudumlayanlar. Kasaba esnafının dükkanlarında hesap kitap yapanlar. Kentli emekçilerin evlerinde akşam sohbetine dalanlar… Bunları etkilemek istiyor diye düşünecek olsam… Bunların ise ihtiyacı. Basit, sade ve yalın bir günlük dil iken.. Hoca, konuşmalarındaki soyut kavramlarla akılları daha da karmaşıklaşıyordu. Ben böyle hissettim.
Sahiden! Bu hoca kime neler anlatmak istiyordu acaba?.. Teknik bir ifade ile. “Hedef Kitle” kim? İzledikçe ve düşündükçe anladım ki. Hedef kitle yok! Daha doğrusu, hedef kitle kendisi… Arkadaşıma hak vermeye başlıyordum galiba…
Tabii ayrıca bir de, her gün farklı bir kıyafet ile. Sahne alma konusu var! Ben, bu süs konusuna pek takılmadım. Mesela, Agatha Christie’ nin yarattığı dedektif Hercule Poirot’ da kıyafetlerine çok düşkündür. Simetri ve düzen tutkusu çok yüksektir. Süslü hocanın sakal mücadelesi(!) kadar. Dedektif Poirot’ da Bıyıklarına özen gösterir. Özel bıyık makasıyla sık sık düzeltir onları. Ama, Poirot’nun kıyafet düşkünlüğü. Bir gösteriş olarak algılanamaz. Çünkü o. Konuşmaktan çok. Abartılı el kol hareketleri yapmaktan çok. Sakin sakin, “Küçük Gri Hücreler” ini çalıştırır. Yani. Düşünür. Akıl yürütür. Somut ayrıntıları görür. İnceler. Birleştirir. Tüm bunları yaparken de, bir metot kullanır. Ve sonuca bağlar… Sanki İTÜ sıralarında oturmuş. Sanki İTÜ atölyelerindeki ayrıntılarla düşüp kalkmış gibidir dedektif Poirot…
Süslü hoca ise. İTÜ den bir hoca değil! Eğer ki. Bir kolleksiyonu andıran. Göstermeyi çok sevdiği bilgi birikimi ile. İTÜ koridorlarından geçmiş olsaydı. Bu kadar laf dolaştırmak yerine. Daha somut, daha yalın olurdu. Kavramlar ormanında yolunu kaybetmiş gibi. Dolanıp durmaz. Sonuca doğru ilerlerdi. Gösterişli sözcükleri. Devamlı uçuşup duran. Ama bir türlü, konacak bir yer bulamayan. Sonunda yorulup düşen. Ölü kuşlar gibi olmazdı…
Ama öte yandan. Süslü Hoca’nın hakkını da yemeyelim, O aslında gerçekleri anlatıyor. Ve güzel konuşuyor. Ama, dedim ya, kime konuşuyor!..Ülkemizde. Yanlış zamanda. Yanlış yerde. Yanlış adamların bulunduğu bir dönemde. Hocanın söylediklerinin. Ne zamanı doğru. Ne de yeri doğru…
Günümüz artık, gösteriş sevdalısı Madame Bovary’ lerin zamanı değil. Bu günler artık. Dedektif Poirot gibi düşünebilen. Mücadeleci “Zehir Mustafa” ların zamanı!
Devamı gelecek >>
Önceki Yazı : İTÜ 5 – Süslü Hoca
İzleyen Yazı : İTÜ 7 –
