“Afganistan’da çocuk çok ama çocukluk yok. Dünya da öyle değil mi, insan çok ama ‘insanlık’ yok.” / Khaled Hosseini (1965 – … )
O gün. Sabaha karşı. Gürültüyle uyandım. Gök gürültüsü gibi bir ses ile. Arka arkaya. Düzenli patlamalar. Parıltılar.. Önce. Fırtına ve yağmur diye düşündüm. Ama. Libyada. Yağmur ne gezer! Ara ki bulasın! Libyada gök gürültüsünü de özlersin. Şimşek parıltılarını da!.. Kara bulutları bile ararsın… Eee o zaman!?
Libyada. Türk şirketler ile. Orada çalışanlarla temasım olurdu. Şantiyeleri ziyaret ederdim. Çöl ortasındaki şantiyelere gider. Şantiyenin karavanlarında kalırdım. Çok hoşuma giderdi. Karavan ve çadır. Oldum olası severim bunları. İçki ile pek aram yoktur ama. Şantiyedekilerin. İmbikleme sistemiyle. Kendi imal ettikleri. Ve ikram ettikleri. Rakı’nın lezzeti de bir başka olurdu. Zaman zaman da. Tripolide. Üniversite kampüs lojmanları yerine. Bu şirketlerin Merkez binasında kalırdım….
İşte ABD ile. Öyle bir binada. Sabaha karşı. Şafak sökerken. Tanıştım…..
Uykumun güzel bir yerinde. Gürültü ile uyandım. Fırtına sandım… Şaşkın şakın bakınırken. Odamın kapısı hızla açıldı. Neler olduğunu anlamaya çalışırken. Şirketin müdürlerinden. Suriyeli Talat. Birden kapıda göründü.. “Hocam! Hemen sığınağa koşalım! En alt katta!” diye haykırdı.. Ben daha sormaya fırsat bulamadan. Ekledi. “Bombalanıyoruz! Amerikalılar!”… Yıllar içinde. Anladım ki. Her şeyi özetleyen. Çok iyi bir ikiliydi bu sözcükler: “Bombalanıyoruz! Amerikalılar!” İki sözcük. Bu kadar mı birbirine yakışabilirdi!
Ben ABD ile böyle tanıştım. Bombalarla!
Derbeder bir şekilde. Apar topar. Merdivene attım kendimi… Sonradan hatırlayıp da çok gülmüşüzdür. Altımda pijama yok. Ayaklarım çıplak. Ama elimde çoraplarım. Bir de belime sıkıştırdığım. Bir başucu kitabı. Sığınağa inmişim… Tabii ki. ABD ile tanışmak için. Pek de uygun bir kılık kıyafet değil ama! Ne yaparsın! Bununla idare etsinler…
Önce uzun süre. Bombalama devam ederken. Sığınakta kaldık. Garip bir duygu hali bu… Karmaşık duygular bunlar. Uzaktan bombalama sesleri gelirken. Tepenize de. Bomba indi inecek diye beklerken. O tuhaf sığınak sessizliğinde. İçinizde. Adını koyamadığınız duygular. Çarpışıp duruyor. Korku değil. Ondan çok ötede. Endişe. Belirsizlik. Merak. Kaygı. Öfke. Hayret… Bunların hepsi. Korku ile bulamaç olmuş. Tarifsiz bir şekilde. Sarıp sarmalıyor insanı… O karanlıkta. Bir çaresizlik duygusu. Zorluyor içinizi. Ama . Sizi çaresiz kılan o gücün. Zalimliği. Hilekarlığı ve acımasızlığı. Bastırıyor bu çaresizliği…
Sadece bir soru takılıyor aklıma. “Bu bombalar kime?“
Bu bombalar. Birbirlerine kızıp. Bağırıp çağıran. Ama sonunda kucaklaşmayı bilenlere mi? Yoksa. Öğrencilerin, öğretim üyelerini yönetebildiği. Üniversitelere mi? Bu bombalar kime? İnsanı, insanın hizmetkarı yapmayan düzene mi? Yoksa. Topraklarına ve sahillerine. Bebeklerine, annelerine ve yaşlılarına. Değer veren. Öncelik tanıyan bir anlayışa mı?
Bu bombalar kime?
Zihnimde bu soru ile. O sığınaktan çıkarken. İlk tohum düşmüştü içime. Pek de “iyi” denemeyecek bir kuşku tohumu.
Abede ile ilgili..
>> Devamı gelecek
Önceki Yazı : Abede 1 – Amerika! Amerika!
İzleyen Yazı : Abede 3 – Çöl Geceleri