“Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz. Biz ise ortadan kaldırılmış yoksulluk” / Victor Hugo (1802 – 1885)
O gün. Şaşırıp kaldım. Birisi. Bir heykelin. Yani bir eserin. Karşısına geçmiş. Düşünüp duruyor. Bir iki dakika değil. Uzun süre. Heykele bakıp duruyor. Düşünüyor mu düşünmüyor mu anlayamıyorum. Önceleri hareketsiz. Sonra hareketlenip. Sağdan bakıyor. Ardından soldan. Sonra etrafında bir dolanıp. Tekrardan. Heykelin tam karşısına geçip. Duruyor. Hareketsizleşiyor. Düşünüyor… Herhalde eseri anlamaya çalışıyor! Diye düsünürdüm. Başka ne olabilirdi ki! Ama aynı anda da. “Bir eseri anlamak bu kadar zor mu?” diye düşündüm. Zor mu?
O gençlik yıllarında. Arkadaşlarla birlikte. Sık giderdik sergilere. Daha çok. İş çıkışında. Akşama doğru saatleri seçerdik. Özellikle de açılış kokteyllerini tercih ederdik. Hem kısa yoldan bir şeyler atıştırırdık. Hem de yeni arkadaşlıklar kurma fırsatlarımız olurdu… Bu alışkanlık. Yani, müzelere, sergilere, galerilere gitmek. İleriki yıllarda da devam etti.
O gün dedim ya! Şaşırıp kaldığım o gün. İşte o günden sonra. Her sergi ve müzeye gidişimde. Eserler kadar. Ziyaretçileri. Onların davranışlarını da. İzler oldum. Ama bugün. O günden bugüne bakınca. Artık. Ne eserleri. Ne de ziyaretçileri izlemek. Hiç de eskisi kadar kolay değil. O günlerin. Sessiz. Sakin. Sanat kokan. Sergi salonlarında. Artık şimdi. Başka şeyler daha var…
Mesela. Şimdi bir de. Ne diyelim onlara? Şipşakçılar diyelim! Evet, şipşakçılar var. Ellerindeki telefonla.. Ona telefon da denemez ya! Ellerindeki akıllı aletle. Aklı da tartışılır ama! O cihazla diyelim. Evet. O cihaz’la. Resim çekenler türedi ne zamandır. Hani sanki. Bir düğünde gelin ve damatla resim çektirmek gibi. Bir heykel ile. Bir tablo ile. Yan yana gelip. Poz üstüne poz. Şu poz! Bu poz! Resim çekmek isteyen. Kişiler. Gruplar. Döküldü ortalara…
“Tüllü Kadın benimle“. Veya “Arkadaşım Mona Lisa” Ya da “ İnci Küpeli Kız bana bakıyor” gibi resimler. Yani sonuç olarak. Bazı sergiler git gide. Nikah salonlarındaki. Fotoğraf stüdyosuna benzemeye başladı…. Sergilerin içinde de. Gelinle damatla değil ama. Eserlerle. Resim çekme sırasında bekleyen. Öbek öbek kuyruklar görülür oldu…
Dışarıda. Bir müzenin bir sanat galerisinin önündeki kuyruklar. Hele ki yurt dışında. Her dönem olmuştu. Anlaşılabilir bir şey. Hatta olması istenen. Özenilen kuyruk bile olabilir bunlar. Kültür kuyruğu bunlar. Keşke olsa! Ayrıca. İtiş kakış olmasındansa. Kuyruğa girmek. Bir açıdan da. Bir düzen olarak anlaşılabilir. Ve bu kuyruk bir sanat sergisi önünde ise. Bu bir medeniyet göstergesi. Bile olabilir.
Hatırlarım. Sovyetler Birliğinin dağıldığı yıllarda. 1990 ların başında. Rusya. Kırgızistan. Kazakistan. Azerbeycan gibi. Orta Asya ülkelerine. Bir kaç kez gitmişliğim oldu. Bir çok görüntü. Farklı ve ilginç gelmişti bana. O devasa tarihi binalar çok bakımsızdı. Geniş yollarda ilerleyen. Araçların neredeyse hepsi. Eski ve külüstür haldeydi. Ama tüm bunlara karşılık.. Beni en çok şaşırtan şey. Neydi bilir misiniz? Bu ülkelerin. Her şehrinde var olan. Tarih müzesi. Ve her şehrin her bölgesindeki. Tiyatrolar ve çiçekçiler. Ve de bunların önündeki. Her daim uzun kuyruklardı…
O yıllarda. Bizim ülkemizde kuyruk olduğunu hatırlamıyorum. Eski Türkiyede kuyruk mu vardı? Neyse ki şimdi. Kuyrukların varlığına alışmaya başladık. Kuyruk düzen demektir. Ve kuyruklar çok kullanışlıdır
Mesela. Kangurunun son derece kalın ve kaslı kuyruğu, zıplamasını sağlar. Ağaçkakanlar kısa ama çok sağlam tüylerle kaplı kuyruklarını. Ağaçların gövdelerine tutunmak için kullanırlar. Timsahlar güçlü kuyruklarını etrafa savurarak kendilerini korurlar. Tilki, avını hızla kovalarken, tüylü ve kalın kuyruğunu. Dengesini kaybetmeden yön değiştirmek için kullanır. Maymunlar yaklaşık 70 cm kadar uzayan kuyruklarını. Bir kol gibi kullanıp. Ağaçlara tutunmakta, meyveleri taşımakta kullanırlar…
İnsanların kuyruğu yok! Onlar kuyruksuz!
Ama şu insan. Tabiatı taklit edip duran. Şu gösterişçi. Kendini bir matah sayan. Şu kıskanç insan! Hiç kuyruksuz kalır mı? Kuyruksuz kalmaya. Tahammül edebilir mi? Önünde sonunda. Didinip uğraşıp. O da. Bir yolunu bulup. Kuyruklar oluşturacaktır. Bazan. Soğan domates tezgahlarının yanıbaşında. Kimi zaman da. Pirinç makarna raflarının önünde. Ama her daim. Ucuz ekmek büfelerinin önünde. “Yoksulluk Kültürü” nün kuyruklarını. Bir şekilde kuracaktır!
Hayata tutunmak için…
>> Devamı gelecek
İzleyen Yazı: Sergiler 2 –