Saklambaç

Terliklerimi bulamıyorum. Annemin deyimi ile: “Sırra kadem bastılar”. Terliğin. Bir tanesi ortalıkta dolanıyor. O da ters yüz. Diğeri yok!.. Düzenli olma konusunda. Aşırılığım yoktur. Hani vardır ya. Her ayrıntıya titizlenenler. Halının püskülünü düzeltenler. Her eşyanın üzerinde. Parmaklarını dolaştırıp. Toz arayanlar. Duvarda asılı tablolarda. Mikron ölçeğindeki. Eğimden rahatsız olanlar… Onlardan değilim! Hatta. Bu ayrıntıların çok ötesindeki. Kaba dağınıklara karşı bile. Sanırım ki. Hoşgörülüyümdür… Ama. Bir kural vardır ki. Onu önemserim…

Bu kuralı ben koymadım. Zaman geçtikçe. Kendi gün akışıma dışarıdan baktıkça. Bu basit kurala göre yaşadığımı farkettim. Kural çok basit ama. Neredeyse. Hayatın her noktasında. Hayatın her aşamasında karşıma çıkan bir kural… Yalnızca fiziksel düzenlerde değil. Yapısal organizasyonlarda. İşlerde. İlişkilerde. Düşüncelerde. Yeri vardır bu kuralın. Ama ben. Özellikle de. Günlük hayat akışı içinde. “Hangi durumlarda kendime kızıyorum?” “Hangi noktalarda dışarılara sitem ediyorum?” diye düşündüğümde. Her seferinde. Bu kurala uyulmayan durumlarla karşılaşınca. Demek ki. “Bu basit kuralı önemsiyorum!” diye de bir sonuca vardım….

Şimdi merak ettiniz. Bu kural nedir diye. Merak edecek bir şey yok! Çok basit ve günlük bir ifade bu. Güzelliği de zaten basitliğinde. Bu sebeple. Bu kuralı yazınca. Hayal kırıklığına uğrayıp da. Bu kadar dolu dolu laftan sonra. Ola ola bu muydu? Diye tepki vermeyin! Sadece düşünün… Düzen ile ilgili kural şu: “ Her şeyin bir yeri olmalı. Ve her şey yerinde olmalı”.

Günlük hayat akışına bakarsak. Gözlüğünüz. Bir başucu kitabınız. Cep telefonunuz. TV kumandası. Özel bir kadehiniz. Çay demliğiniz. Sık kullanılan bir kravat. Çantanız. Tornavidalarınız. Kalemleriniz. Tost makinası. Kibrit. El feneriniz. Saatiniz. Bilgisayarınız. Piller. Makas. Anahtarlar…. O kadar çok eşya var ki. Say say bitmez… Bir düşünün. Bunlara. İhtiyacınız olduğunda. Hele ki. Acil ihtiyaç duyulduğunda. Ve bulamadığınızda. Arayıp durduğunuzu bir düşünün… O küçücük eşyalarla. Saklambaç oynadığınızı düşünün. Ben kızar gibi olurum. Kızarım da! Duruma göre. Öfke de taşabilir… Ayrıca bunlar. Varlığını bildiğiniz eşyalar. Bir de. Varlığından haberdar olmadığınız. Varlığını unuttuğunuz. Tesadüfen rastlayıp. “Aaaa! Biz de bu da varmış”. Yani “sobe!” dedikleriniz de var… Bu duruma. Belki de daha fazla öfkelenmek gerekir. Ama. O an ihtiyaç duymadığınızdan her halde. Kızmak bir yana. Seviniyorsunuz bile… Her neyse. Özetlersem. Her şey yerinde olmalı. Ve arandığında hemen bulunmalı… Yoksa. Eşyalarla bitmeyen bir saklambaç sürüp gider!

Son zamanlarda. Özellikle terliklerimi bulamıyorum! Ve aramaya başlıyorum.. Her eşya için. Böyle bir takıntım yoktur. Aradığımı bulana kadar uğraşmak yerine. “Hele şimdilik. Şununla idare edeyim de. Sonra bakarım!” deyip geçebilirim… Ama.Terlik önemlidir. Ve yok! Normal şartlarda. Buna kızmam gerekir. Terlik. Yeri yurdu o kadar belli bir eşya ki! Neden yok olsun ortadan, değil mi? Terlik yok olunca. Başlıyorum aramaya… Ancak. Son zamanlarda. Terliği bulana kadar da. Neler buluyorum neler! Bir bilseniz!… Pembe yanaklı. Oyuncak bebek buluyorum.. Suda yüzer bir minik ördek. Oyuncak tabii. Hem mor. Hem yeşilinden. Onları buluyorum. Yumoş yumoş bir “hav hav”. Sevimli bir “miyy”. Yuvarlandıkça. Çıngır çıngır ses çıkaran. Rengarenk bir top. Çok sevilen. Uzun kulaklı bir “Taa”. Yani tavşan. Bir dizi eğlendirici. Ve eğitici küçük küçük. Bebe şeyleri işte. Onları buluyorum…Terliğe gelince. O ortada yok!.. Oyuncaklar her yerde! Terlik hiç bir yerde! Ama bir tuhaflık hissediyorum. Tuhaf olan şu. Her arayışta olduğu gibi. Bu sefer. İçimde. Aradıkça yükselmesi gereken. Kızgınlık kıpraşmaları yok. Halbuki mesela. Mutfağa girip. Sabah sabah. Bir çay bardağımı. Bir domates rendesini. Yerinde bulamazsam. Kızgınlık beni sarıverir… Ama şimdi. Öfke bana uğramıyor. Bunun terlikle bir ilgisi de yok. Bu bulduklarımla ilgili. Sanırım Dostoyevski de aynı tuhaflığı hissetmiş olmalı ki. Şöyle demiş: Kızgınlıktan ağzım köpürmüş olsa bile, bana oyuncak bir bebek ve şekerli bir çay verin hemen sakinleşirim.”  Giderek. Evin her köşesinden. Karşıma. O sevimli parçalar çıktıkça. O çok değer verdiğim terliği. Aramaz oluyorum. O terliği. Bulmamak için arıyor gibi oluyorum. Bu saklambaç sürsün istiyorum. “Bakalım şimdi. Şu köşeden. Nasıl bir şey çıkacak?” merakına kapılıyorum. Oyuncaklarla saklambaç oynuyorum!

Garip bir duygu akışı bu. Oyuncakları buldukça. Kızgınlık terkediyor. Öfke uğramıyor bile. Sadece o anı yaşıyorum. Geçmiş yakınmaları yok. Gelecek kaygısı yok. Ne iyilik. Ne de kötülük geliyor aklıma. Bir hesap yok. Bir art niyet yok… Yani çocuklaşıyorum. Oyuncakların peşine düştükçe. Çocukla çocuk oluyorum. Çocuk ortada yok ama. Oyuncakların her biri. Onlarla oynayan bebe’ nin. Tertemiz duygularını taşıyor. Ben onların peşinden arandıkça. Onlar beni. Masumiyetin ana vatanına. Çocukluk saflığına doğru çekiyor. … Salıyorum kendimi. Oyuncakların akışına. Anılarımla saklambaç oynuyorum.

Ta ki. “Tee” diye bir ses duyup. Ayılana kadar..

Bir bakıyorum. Benim o kadar arayıp da bulamadığım terliği. O küçücük ayağına geçirmiş. Sürükleyerek yürüyor. Biraz da muzipçe gülümseyerek. Beni işaret edip. “Tee”. Yani terlik diyerek. Kollarını açmış. Kucaklanmak için. Bana yaklaşıyor. Ben de. O çocuksu duygular hala içimde iken. Derinlerden. Kendi kendime. Mırıldanıyorum. “Büyüme kızım. Büyüme! Çocuk kal!!

Ama biliyorum.

Hatırlamayacak bile.

Ve büyüyecek…

Saklambaç” üzerine 2 yorum

  1. Hocam ne güzel ifade etmişsiniz. Ben de Kerem’e küçüklüğünden beri büyümek için acele etme, çocukluğunun tadını çıkar derim. İçten sevgi ve saygılarımla

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s