Dayım. Çalıştığı. “Herşey” masasından kalkar. Kitaplarını toplamaya başlar. Evet! ‘Herşey’ masası! Bu masa. Dayımın çalıştığı masa. Ama. Yemek de o masada yenir. Yufka da orada açılır. Sarma’lar orada sarılır. Bamya orada ayıklanır. Dersler orada çalışılır. Küçük tamiratlar onun üzerinde yapılır. Mektup orada yazılır. Kömürlü ütü. Onun üzerinde ütü yapar. Sert ince sabun parçası. Onun üzerinde. Kumaşları çizer.. Herşey masası O! Herşey o masada yapılır!….
Okumaya devam ediniz >>
Sonra. Dayım. O yuvarlak. Yıpranmış. Ama yere sağlam basan. O masanın üzerinden. Kitaplarını kaldırır. Tek tek. Bir kenara. Özenle yerleştirir. Bazılarının sayfaları açık. Bazılarının sayfaları işaretli. Yerde bir yere koyar. Yerde bir yer mi? Evet! Kitaplığı yok çünkü. Kitaplar. Durumlara göre. Evin içinde dolanır. Çalışma odası yok. Heryerde çalışılır. Okuma koltuğu da yok! Her yerde oturulup. Okunur.. Kitap denilince de. Üç beş değil! On onbeş. Hepsi ciltlenmiş. Aynı anda okunan. Üniversite notları. Kitapları.…
Sonra. Masanın üzerine büyük bir örtü koyulur. Eskice bir örtü. Örtünün üzerine de. Önce. Büyük bir. Gazete kağıdı destesi gelir. Okunmuş. Toplanmış gazeteler. Sonra da. Bir miktar. O soluk yüzlü. Eskimiş. Hatta yorgun görünümlü kağıtlar. Ama bilinen kağıttan daha kalınca. Daha sert. Hatta ben çocuk için. Kırılgan gibi duran. Tutunca hışırdayan. Kağıtlar koyulur… En son olarak da. Genişçe bir çanağın içinde. Kirli beyaz bir bulamaç gelir. Ve nihayet. Herkes masanın etrafında yerini alır….
Yemektir sanmayın. Yemek için değil!
Bu bulamaç. Un ve su karışımı. Yani yenmez. Ama ne yapar? Bilir misiniz? Yapıştırır! O bir yapışkan. O zamanlar. Yapıştırıcı mı yoktu. Yoksa biz mi alamıyorduk. Tam hatırlamıyorum. Ama. Biliyorum ki. Yapıştırmak için. Bu bulamacı kullanıyorduk… O sert kağıt parçalarını. Gayet de iyi yapıştırırdı. Un’ ların un olduğu zamandı. Saf ve yerli. Suyun da su olduğu zamandı. Musluktan akan. Ve içilen. Terkos suyu zamanı…
Bulamaç hazırlamak. Bu işin. En sevdiğim yanıydı. Tepsideki un tepesinin üzerine. Yavaş yavaş. Su dökülür. Ve ellerle un yoğrulurdu. İşte ben bu yoğurmayı severdim. Yoğururken Bir yandan da. Elimin altındaki bulamaç ile. Kuş, yaprak, araba, ağaç vb gibi. O an aklıma gelen. Mini heykelcikler yapardım bozardım. Yani bir tür oyun! İş ve oyun bir arada. İşi oyun haline getirebilmek… Bunlar. O günlerden. Aklımda yer etti.
Bu yoğurma işi. Annem. “Artık yeter!” Diyene kadar sürerdi. O an geldiğinde. Her seferinde. Oyuncağı elinden alınmış. Bir çocuk gibi. Somurtur. Hafif bir mırıldanma ile. “Neden?” diye sorardım. Annem duyardı. “Tamam yavrum. Artık kıvamına geldi!” diye cevaplardı.. “Kıvam”. Bu. Tuhaf bir sözcüktü benim için. Aslında. Tam olarak anlamazdım. Ama annem söylediği için. İtiraz da etmezdim. Bir keresinde. “Ne, çok yumuşak. Ne de çok katı! Tam yapıştıracak kıvamda” demişti. Aklımda kalan bu sözcükler oldu. Ne zaman ki yıllar sonra. “Optimum” kavramı ile karşılaştım. İşte o an. Annemin. Yıllar öncesinde kalan. “Kıvam” deyişi kulağımda çınladı…. Belki de bu yüzden. “Optimizasyon” sürecini anlamakta. Ve anlatmakta. Hiç zorlanmadım.
Bulamaç dışında. Bir de. O kağıtlar var. Yapıştırılacak olanlar. Bu kağıtlar önceden hazırlanır. Kesilir katlanır. Yapıştırmaya hazır hale getirilir. Bulamaç ile birlikte. Masaya gelir… Kağıtları daha çok dayım hazırlardı. Bana da o anlatmıştı. Nasıl kesilir. Nereden katlanır. Her seferinde. Önce. Göstererek anlatır. Sonra birlikte yapmaya başlardık. Bir süre sonra. Ben sıkılır. İşi terkeder. Bulamaça geçerdim. Ama. Dayımın anlattıkları. Zihnimde asılı kalırdı: Geniş. Dar. Eşit. Paralel. Tepe. Alan. Yatay…. Bu ve benzeri kavramları. Yani “geometri” nin. Matematiğin dilini. İlk dayımdan duymuş olmalıyım. Hepsinin anlamlarını. O an için. Kavrayamamış olsam da…
Bulamaç işi. “Sanat” gibiydi. Kağıt işi ise. Daha çok “teknik”.
Sanat ve teknik. Bir araya geldi. Kesekağıdı oldu.
Kesekağıdı ise. Bana. Öğretmen oldu.
Benim de kesekağıdı yapıp satmışlığım var ama bu kadar iyi anlatamazdım. Hocalık bu olsa gerek ☺️
BeğenBeğen