Büyük Akıntı 13 – Lastiklere Hücum!

Biz güneşin altında uyuşmuş olurduk. Onlar, uzaktan görünürlerdi. Uflaya puflaya yaklaşırlardı. Gözleyen yoktu. Ama birimiz muhakkak farkederdik. İlk gören de haber verirdi: “taka geliyooor!” Kızgın betonun üzerine uzanmış olan çıplak vücutlarımız yavaştan hareketlenirdi. Birer birer. Ama miskin miskin. Pek de umursamadan. Biri bakardı takalara. Lastikleri var mı diye. Çoğu zaman olurdu. O zaman bir daha bağırırdı. Bu kez kuvvetlice:”..lastiklere hücuuum!”.

Okumaya devam et –>

İşte o an! Tam da o an, hepimiz zıpkın gibi silkinirdik. Ve. Kendimize bir yer bulmak için koşardık. Denize atlayacak bir yer. Yer çoktu da; Ama atlayınca da lastikleri yakalayabilecek bir noktada olmalıydık. Takanın yanlarındaki lastikleri. Nerede durduğumuz. Ne zaman atlayacağımız. Bunlar önemliydi. Bunu tamamen sezgilerimizle bulurduk. Oturup da hesap yapacak değildik ya! Ama şunu biliyorduk ki, “ herşeyin en mühim noktası başlangıçtır”. Platon’ un dediği gibi. Yanlış yerde durup yanlış zamanda suya atlarsak takayı kaçırırdık. Deneye yanıla öğrenmiştik bunu.

Ben akıntının ilerilerine doğru giderdim. Atlamak için de acele etmezdim. İlk tutan ben olayım diye çocuksu bir hırsım olmadı hiçbir zaman. Lastikleri tutamadığım da olurdu tabii ki.

Şunu farketmiştim. Lastiği kaçırdığım denemeler, kararsız kaldığım anlardı. Sağ elimle mi yoksa sol elimle mi tutmalıyım kararsızlığı. Bu pek de önceden planlanacak bir şey olmazdı. Takanın hızı, yönü, lastiğin konumu, yükselme şeklim. Yani tüm bunların birleştiği bir an olur, ben de kollarımdan birini lastiğe doğru uzatırdım. Sağ veya sol. O an içimden geldiği gibi. Doğaçlamayı severim. Ellerin lastiğin o sert kauçuk dokusunu hissetmiş ve de kavramış ise tutmuşsun demektir. Tuttuğunu göremezsin. Tutarsın. O da seni tutar. Birden. Vücudun suda gerilir. Taka ileri çeker. Akıntı da geriye. Mutlusun. Keyif duyarsın. Herşey bu an içindir. Bu bir kaç saniye için. Ve o bir andır. Kaçırılmaması gereken an. Yoksa, senden uzaklaşan lastiği arkadan seyredersin, akıntıyla aşağı doğru sürüklenirken. O bir an var ya! O bir an bana büyük bir ders vermiştir. “Kritik anlarda kararsız kalmama” dersi. O bir an, bir gerçeği göstermiştir bana. Kararsızlık halinde , hayatın akıntısına karışıp sürüklenme gerçeğini.

Takalar, bir süre kıyıya paralel olarak giderler. Daha sonra, yavaş yavaş kıyıdan uzaklaşarak ilerlerler. Akıntı ve rüzgarın da durumuna bağlı olarak, uygun bir noktada dümeni kırarak hızla kıyıdan uzaklaşırlar. Onların da bir zamanlaması vardır! Bu noktadan sonra, boğazın ortasına doğru açılırlar, ardından da karşı kıyıya dümen kırarlar… İşte tam bu sıralarda bizim de bir tercih yapmamız gerekirdi. Ya takayla karşı kıyıya kadar gidecektik, ya da lastiği bırakıp akıntıyla aşağıya doğru sürüklenip kıyıya çıkacaktık. İşte bir” karar anı “daha! Her ikisini de denediğimiz olmuştur. Bu bizim lastiklere asılı olarak ilerlerken verdiğimiz bir karar olurdu. Ortak alınan bir karar tabii. Düşünmek için fazla bir vaktimiz de olmazdı. Takanın kıyıdan uzaklaşmaya başlaması ile karşıya dümen kırması arasında geçen bazı saniyelerdi hepsi. Rüzgarın uğultusu, motorun gürültüsü ve takanın gövdesini döven dalgaların çarpma sesleri arasında bağırarak birkaç söz ederdik. Birbirimize bakarak, niyetlerimizi yoklardık. Kimse elini bırakmamışsa bu devam ediyoruz demekti. İçimizden bir kişi bile elini bırakıp lastiği terkedecek olsa, hepimiz anında lastikleri bırakırdık. Burada enfes bir sabır ve zamanlama oyunu vardı. Ve bir ekip ruhu.

Taka bir oyuncaktı bizim için. Yolunu gözlediğimiz bir oyuncak. Bizler dalgalar içinde, taka ile oynuyorduk aslında. Birbirimizle yarış halinde değildik. Birlikte hareket ediyorduk. Birbirimizi bırakmıyorduk. Gerektiğinde de yardımlaşıyorduk. Konuşmadan anlaşıyorduk. Gözlerimizle konuşuyorduk. Ekip olma, iletişim, işbirliği, yardımlaşma, planlama, zamanlama, karar verme, … Hatta empati, geribildirim, odaklanma.. Hepsi o bir kaç dakikanın içindeydi.

Kitaplar yazılıyor şimdilerde. Ciltlerle. Toplantılar düzenleniyor. Günlerce. Sadece bunları anlatmak için. Peki anlatılabiliyor mu? Anlaşılabiliyor mu? Öğrenilebiliyor mu? Ne desem ki!

Takalar! Sevgili öğretmenlerim. Sizlerle geçirdiğim o birkaç dakika var ya… Herşeyi orada öğrendim.

O birkaç dakika var ya!

Hiçbirşeye değişmem.

Devamı gelecek >>

Önceki Yazı : Büyük Akıntı 12 – Resim

Sonraki Yazı : Büyük Akıntı 14 – Ada 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s