Mektep 3 – İlk çarşamba

Ne zaman ki pijamalarımı giydim. Omuzuma bir havlu attım. Ayağıma terlikleri geçirdim. İşte o zaman anladım. Anladım ki, artık evde değildim. Mektepteydim. İlk akşam. Yatakhanede. Aklımda hiç bir iz yok o akşamdan. Hiçbir anıya ulaşamıyorum. Nasıl yattım? Nasıl uyudum? Neler düşündüm? Sadece hislerim var. Bir soğukluk. Ve bir boşluk. Hisler unutulmuyor. Yaşanıyor. Tekrar ve tekrar. Lavaboya doğru yürümüşümdür. Soğuk bir beyazlık mı desem? Yoksa bembeyaz bir soğukluk mu? Her ne olursa olsun! Renksiz bir boşluk. O güne kadar ne varsa beni saran. His olarak. Beni kucaklayan. Tutunduğum. Hiçbiri orada değildi! Bomboş’ taydım! Yersiz. Yalnız. Boşluk hissi.

Okumaya devam et –>

Terlik pijama deyip geçmeyin. Evde, yuvada olmanın işaretleriydi bunlar. Sokaktan gelirim. “Yine kan ter içinde kalmışsın!” derdi annem. Elimi yüzümü yıkarım. Kitaplar. Ödev. Yemek. Sonra sobanın sıcağına kıvrılırım. Tatlı tatlı uyuklarken, annemin babamın sohbetleri çınlar kulaklarımda. Oradalar. Güvendeyim. Beni kucaklar babam. Yatağıma yatırır. Sıcacık. Annem gelir. Üzerime eğilir. Yorganın kenarlarını sıkıştırır yatağa. Üşümeyeyim diye. Bir öpücük kondurur yanağıma. İyi uykular diler. Huzur hissi. Pencere aralığından yıldızlar göz kırpar bana. Dalarım rüyalara. Çocuksu hayallerimle. Yuva hissi.

Hatırladığım tek şey çarşamba günü. İlk çarşamba. Yarım gün ders vardı. Öğleden sonrası serbestti. Biz dışarı çıkamıyorduk. Ama aileler ziyarete geliyorlardı. Annemler de gelecekti. Önceden söylemişlerdi. Kenarda bir yerlere oturdum. Gözümü, girişteki ağaçlı yola diktim. Bekledim. O günlerde kimse kimseye adım adım haber veremezdi. “Evden çıktık. Geliyoruz… Dolmuşa bindik… Gelmek üzereyiz… Kapıdan giriyoruz..” Yoktu böyle tuhaflıklar. Çünkü cep telefonu yoktu. Olsa olsa önceden randevulaşılırdı. Annemin de bana tenbih ettiği buydu. “Çarşamba öğleden sonra geliyoruz; Bizi bahçede bekle..” Bekledim…. Kavuşma hissi.

O çarşamba da bir türlü gelmek bilmemişti. Evden uzak olmanın duygusu bütün yüküyle üzerime çökmüştü. O ilk günleri neredeyse hiç mi hiç hatırlamam. Sanki hiç öyle bir zaman yaşanmadı! Ne dersler ne de hocalar. Ne bir düşünce ne de bir hatıra. Ne de başka bir şey! Sadece bir duygu yumağıydım. Acıtan duygular. Günleri değil saniyeleri sayıyordum herhalde. Çarşamba gelsin de ailemi göreyim diye. Gündüzleri, annemin ördüğü nefti renkli yün kazağı okşar koklardım. Gözlerimden yaş gelirdi. Akşamları annemin diktiği pijamaya sarılırdım sıkı sıkıya. Hasret hissi. Çarşamba günü tabii ki geldi sonunda. Boğazım şişmişti. Burnum tıkalıydı. Ve gözlerim “kan çanağı…”. Annemin ifadesiyle. Eğer anneler günü, anneleri hatırlama günüyse..Ben annemin, bir gün değil, her an hayatımda olduğunu o gün anladım. Ve hep hayatımda olacağını. Ben yaşadıkça.

Çok sonraları öğrendim ki babam da beklermiş. Mektepteki ilk haftam boyunca. Annem anlatmıştı. İşten çıkınca Taksime gidermiş. İstiklal caddesini geçip mektebin önüne gelirmiş. Muhtemelen, öncesinde pasaja uğrayıp bir duble rakı içmiştir. Belki de soğuk bir bira. Sonra da okula bakar dururmuş. Sabaha karşı dönermiş eve. Ardından, yeni günle birlikte yeniden işe gidermiş. İlk haftayı böyle geçirdiğini söylerdi annem. Geceleri mektebin önünde turalar dururmuş. Kimbilir aklından neler geçiyordu. Bunu hiç konuşamadık babacığımla. Zaten, konuşacak olsak, anlatmazdı da. Onun gerçek duygularını hiçbir zaman bilemedim. Hiçbir zaman kendi ağzından duyamadım neler hissettiğini. Annem yansıtırdı babamın duygularını. Bunun içindir ki, annemi düşündüğüm her an, babamın hislerinin gölgesini de görürüm. Hemen yanıbaşında.

Ne işi vardı oralarda? Gecenin bir yarısında. Ne yapacağını düşünüyordu? Ne yapabilirdi? Mektepe giremezdi. Girse beni bulamazdı. Çağıramazdı da! Çağırsa duyamazdım. Duysam da gelemezdim. Peki neden oradaydı? Sevgili babacığım. Hislerini dinliyordu. Sadece o ve hisleri vardı. Hatta belki o bile yoktu. Sadece hisleri oradaydı. Hiç anlatamadığı hisleri. Gerçek olan da bu değil mi zaten? Doğru olan tek şey bu değil mi? Hislerimiz. T.S.Eliot’ un dediği gibi: “Yanlış düşünebiliriz, yanlış anlayabiliriz, yanlış yapabiliriz ama yanlış hissedemeyiz”.

Anlatamasak da. Anlaşılamasak da. Kendimize bile itiraf edemesek de. Onlar hep var. Hiç de sandığımız kadar akılcı değiliz! Belki de olmamalıyız. Duygu üstüne duygu yükleyerek ilerliyoruz bu hayatta. Ve ben o gün, hiç farketmemiştim! Hiç mi hiç! O buruk ve acı duygular içinde kıvranırken, yepyeni bir hissin tohumlarını serpiyormuşum iç dünyama.

Mektepli olma hissi


Devamı gelecek >>

Önceki yazı : Mektep 2 – İzler

Sonraki yazı :

 

Mektep 3 – İlk çarşamba” üzerine 4 yorum

  1. Ne güzel en azından sen Handeye hislerini açıyorsundur inşallah. Çok hoşuma giderek okuyorum ve inaniyorum ki senin baban da orada olarak sana telepati yoluyla ben buradayım, sakın merak etme diyordu herhalde. Maalesef eski babalar böyle şimdikiler gibi hislerini belli edemezlerdi. Sen nasıl olsa anlarsın zannederlerdi ama öyle olmuyor. Hepimizin bir tarafları söylenmediği için eksik kaldı. Sevdiğimizi her zaman söylemek çok güzel.

    Beğen

  2. O gunleri yeniden yasatiyorsun. Sanirsin zaman makinasina girmisiz.
    Sagolasin sevgili Erkut.

    Bu arada dizi film bekler gibi gelecek yaziyi bekler olduk, muptela olduk.

    Beğen

Yorum bırakın